Merkel’in, AB üyeliğine öteden beri karşı olduğunu sürekli
tekrarladığı Türkiye ile göçmen pazarlığı üzerinden verdiği
“yakınlaşma” görüntüsü, soykırım provokasyonu karşısında hiç
istifini bozmamasıyla dağılıverdi. Böylece ilkesiz siyasetçi
profilinin en tipik örneklerinden birini sergilemiş oldu.
Bu durum, Türkiye’nin Almanya ve AB ile ilişkilerinde olduğu gibi,
Alman iç siyaseti açısından da büyük bir talihsizlik.
AB’nin itici gücü Almanya, böyle tutarsız politikacıların günübirlik ve provokatif siyasetlerinin arenası olmamalı.
Umarız, Alman parlamentosundan zayıf bir katılım ve el çabukluğu marifet yöntemiyle geçirilen soykırım tasarısının, Fransa’daki gibi Alman Anayasa Mahkemesinden de dönme ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyenler haklı çıkar.
Ve dileriz, bu provokasyon akim kalır.
Kökü ta Osmanlı dönemine uzanan ve gelinen noktada her alanda iç içe geçmiş bağlarla iyice kuvvetlenen Türkiye-Almanya dostluğunun zedelenmesine ve tahribine kesinlikle müsaade edilmemeli.
Bunun için Almanya devleti, toplumu ve kamuoyu, ucuz, provokatif ve yıkıcı siyasetlere fren koymalı.
Aynı şey Türkiye için de geçerli.
Cemil Çiçek’in ifadesiyle, soykırım konusu Fransa’da gündeme geldiğinde oraya Meclisten heyet gönderen, iş âlemi ve STK’ları harekete geçiren ve Türkiye’de yatırım sahibi Fransızları devreye sokan Ankara, Almanya’da bunların hiçbirini yapmamışken; hop oturup hop kalkıyor ve siyonist ağzıyla veryansın ediyor.
İkide bir “Alman ekolü bize operasyon çekiyor” diyen, “Eyy Almanya, sen önce holokostun hesabını ver” diye “meydan” okuyup kan ırkçılığına soyunan söylemlerle dış politika ve diplomasi olur mu?