Dünden devam:
“Neden hüsn-ü zannımıza suizan edersin?” diyen muhataplarının
itirazına ise şu anlamlı cevabı veriyor Said Nursî:
“Hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz; delil ve akıbete bakınız.”
Karşısındakiler “Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz” dediğinde de şu karşılığı veriyor.
“Gerçi cahilsiniz, fakat akıllısınız. Hangi birinizle üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil.” (Münazarat, s. 32.)
İmanın verdiği izzet, şehamet ve cesaretin insana Allah’tan başka kimseye boyun eğmeme, yine iman kaynaklı şefkat hissinin de başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeme hasletlerini kazandırdığını söylediğinde ise muhataplarının şu sualiyle karşılaşıyor Bediüzzaman:
“Bir büyük adama, bir velîye, bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar, meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz...” (Age, s. 38.)
Ve bu soruya şu anlamlı cevabı veriyor:
“Velâyetin [evliyalığın], şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni [gereği] tevazu ve mahviyettir, tekebbür [büyüklenme] ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir [şeyh taklidi yapan çocuktur], siz de büyük tanımayınız.”
Bu tavsiyelerin gereğini usulünce yerine getiren bireylerden oluşan bir toplulukta, cemaatin bireyi ezmesi gibi bir durum yaşanabilir mi?
Demek ki mesele, bireylerin bu şuura sahip olarak yetiştirilmesi. Önüne konulan herşeyi tahkik süzgecinden geçirdikten sonra kabul veya red melekesinin gelişmesi. Kimden gelirse gelsin ve ne şekilde yapılırsa yapılsın, tahakküme asla ve kat’a boyun eğmeme iradesinin sağlam bir karakter özelliği olarak yerleşmesi.