“İç tehdit ve tehlike” olarak nitelenen cemaatleri “istenen
çizgi”ye çekmek için özellikle darbe dönemlerinde onlarla el
altından birtakım gizli pazarlıklar yürütme ikiyüzlülüğüne de son
verilmeli.
Böylesi pazarlıklar 12 Eylül’de de yapıldı, 28 Şubat sürecinin
farklı aşamalarında da. Benzer pazarlıkların, sonraki süreçte,
Ergenekon yapılanması olarak kısmen su yüzüne çıkan çetenin veya
çetelerin mensuplarınca da devam ettirildiğini gösteren çok ilginç
bir haber:
2003 yılında ulusalcı ekipten emekli bir subayın kendilerine gelerek birlikte çalışma teklifi yaptığını belirten bir cemaat mensubu, “Şartları şuydu: Siz Kemalizme saldırmayacaksınız, biz de şeriata saldırmayacağız” diyordu (Yeni Asya, 23 Eylül 2008).
Önceki dönemlerde “devlet adına” veya o izlenim verilerek yapılan pazarlıklarda da hep bu şart koşulmuştu:
“Kemalizme asla dokunmayın.”
Karşılığında, pazarlığın muhatabı üzerindeki baskı ve takipleri kaldırmaktan, bazı devlet imkânlarını sınırlı ve kontrollü bir şekilde kullandırmaya kadar varabilen bir dizi “rüşvet”ler vaad edilmekteydi.
“Yem”i yutanlardan, Kemalizm karşıtlığını bırakmanın ötesinde, sıkı ve hızlı Kemalizm savunucularına dönüşenler oldu.
Buna ilâveten, tarikat ve cemaatleri içeriden dönüştürerek zayıflatma ve çökertme taktiğine ağırlık verildi ve bunun için farklı yöntemlere başvuruldu.