Türkiye uzun yıllar, şimdiki iktidarın başkanlık projesi için referans gösterdiği şeflik rejiminde ve ardından, o rejime vücut veren ideolojinin marifeti olan ihtilallerde ayyuka çıkan azınlık tahakkümünden çok çekti.
50 öncesi tek parti döneminde millet çoğunluğunu sıkboğaz eden bu tahakküm, çok partili sisteme geçildikten sonra da devletin kritik kadrolarını elinde bulunduran ve kendilerini “elit, seçkin” zümre olarak gören kesimler eliyle eskisi gibi devam ettirildi.
Milletin ekseriyeti “cahil oy çoğunluğu” diye aşağılandı; “Dağdaki çobanın oyu ile profesörün oyu bir mi?” mukayeseleri yapıldı ve çoğunluğun seçtiği siyasetçiler, milletin ordusu kullanılarak silah zoruyla alaşağı edildi.
Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri itilip kakılarak zindanlara tıkıldı; başbakan ve bakanlar asıldı; ağır cezaevi şartlarına dayanamayıp can verenler oldu; milletin reyleriyle seçildikleri görevlerden zorla uzaklaştırılan ve tek “suç”ları ülkeye hizmet etmeye çalışmak olan insanlara siyaset yasağı konuldu...
Keza din ve vicdan, düşünce ve ifade özgürlükleri başta olmak üzere milletin temel hak ve hürriyetleri ağır baskı altına alındı. Laiklik adına yapılan, ama gerçek laiklikle de alâkası olmayan bu baskılarla, dindarlık tehdit ve tehlike olarak gösterilmeye çalışıldı.