Türkiye’de tırmanan siyasî gerilimin en önemli sebeplerinden biri, 13 yıldır yönetimi elinde bulunduran kadroların iyice alıştıkları iktidarı bırakmaya, hattâ paylaşmaya gönülsüz olmaları.
Bu psikolojinin zirve yaptığı adres ise lider ve çevresi. Eriştikleri konuma adeta bir çeşit kudsiyet atfederek ve kendilerine çok ulvî misyonlar biçerek iktidarlarını ilânihaye devam ettirmenin gayreti içindeler.
“Reis” için yapılan Selâhaddin Eyyubî ve Sultan II. Abdülhamid benzetmeleri, “Ümmetin lideri ve halifesi, Müslümanların kurtuluş ümidi” söylemleri bunun ifadeleri.
Kendilerine böyle bir misyonu yakıştırınca, muhalefete hazımsızlıkları da artıyor.
Eleştirenleri, hattâ biat etmeyenleri hain olarak nitelemeleri ve muhalifleri için “şer cephesi ve şer ittifakı” gibi ifadeler kullanmaları yine aynı psikolojinin yansımaları.
Böyle olunca, kendilerini adeta İlahî bir tercih ve tavzifle seçilmiş çok özel insanlar olarak görüyor; Arınç’ın ifadesiyle “Biz iktidara mecburuz ve mahkûmuz” diyorlar.
İktidarı bırakmak istemeyişleri, muhalefete düşmeyi hazmedememeleri bundan.