Cemaat mensubiyeti aynı zamanda samimî bir dostluk ve arkadaşlık ilişkisi, şahsî çıkarlar yerine fedakârlığı öne çıkarmak, tenkitçi değil, takdir edici yoldaş olmak anlamına geliyor.
Bireyi güçlendirelim derken kişiyi gönüllü bir tecrit ve yalnızlığa sürükleyen aşırı bireyselleşme modasının “samimî dost” ihtiyacını daha kuvvetli bir şekilde hissettirdiğini hatırlayarak, Bediüzzaman’ın şu sözlerini de bu bağlamda okuyalım:
“Bu dünyanın hayatı pek çabuk değişmesine ve zevaline [sona ermesine] ve fena ve fânî, akıbetsiz lezzetlerine ve firak ve iftirak [ayrılık] tokatlarına karşı bir ehemmiyetli medar-ı tesellî, samimî dostlar ile görüşmektir.” (Şuâlar, s. 491)
Bu cümlenin yer aldığı mektupta Said Nursî “bu acip, dostsuz zaman” ifadesini de kullanıyor. Zamanın sür’atli akışına paralel olarak ömürleri de hızla tükenen, etraflarındaki vefat veya hicretlerin sıklaşmasıyla ayrılık acıları çoğalıp tazelenen, kendilerini giderek derinleşen bir yalnızlığa sürükleniyor hisseden insanlar için, moral desteği alabilecekleri, duygularını paylaşarak tesellî bulabilecekleri samimî, vefadar, fedakâr dostların ne büyük bir ihtiyaç olduğu malûm.
Bediüzzaman’ın, yukarıdaki cümlesini aktardığımız mektubunu Denizli hapsinde yazmış olması ve Nur Talebelerinin hapishanede cebren bir araya getirilmelerini dahi bu manada “dostların buluşması” olarak yorumlayıp müjdeli tesellî mesajları çıkarması, özellikle ilginç.
Hele suçsuz yere hapse düşmenin yol açabileceği çok insanî bir psikoloji olan moral çöküntüsü yerine, işin bu cihetine vurgu yapan olumlu bir yorum, başlı başına örnek alınması ve psikoloji bilimince de tahlili gereken bir güzellik.
Evlerinden alınıp, çoluk çocuklarından uzaklaştırılıp hapishanenin izbe ve kasvetli koğuşlarına tıkılan masum insanlara hitaben kaleme alınan şu cümledeki ferahlatıcı üslûba bakınız: