“15 Temmuz gecesi yaşananlardan sonra daha da iyi anlaşılmıştır
ki; en iyi cemaat cami cemaatidir” hükmünü veren eski AKP
milletvekili Hüseyin Besli, hedefteki cemaatin mensuplarını
“İradesini ve vicdanını bir kişiye ipotek etmiş zavallılar” olarak
niteledikten sonra şöyle devam ediyor:
“İradesini ve vicdanını bir kişiye ve/veya bir otoriteye teslim
eden insanlar sonuçta böyle bir safhaya evriliyorsa, o zaman
‘cemaat’ dediğimiz tüm yapılara bakalım; üç aşağı beş yukarı
hepsinde aynı durum söz konusu değil mi?” (Akşam, 1.8.16)
Bu genellemeci, suçlayıcı ve iddialı suale tereddütsüz bir şekilde “Hayır” diyor; gerekçelerinden birkaçını Cemaatler ve Toplum-Siyaset-Devlet kitabımızdaki “Cemaat ve birey” başlıklı yazıyla veriyoruz:
Bireyin karşı karşıya olduğu baskı unsurlarından birinin de “cemaat tazyiki” olduğuna dair iddialar hayli zamandır seslendiriliyor. Bu iddiaları geçersiz kılan detaylı ve inandırıcı izahlar Bediüzzaman’ın eserlerinde mevcut.
Söz gelişi, ideal olan adalet-i mahza prensibini anlatırken “Cemaatin selâmeti için fert feda edilmez” diyor Said Nursî (Mektubat, s. 57). Gerekçesini de, “Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz” ölçü ve hakikatine dayandırıyor. Bu, işin hukuka bakan önemli bir boyutu.
Bediüzzaman’ın ısrarla üzerinde durduğu bir başka boyut, bireyin, dahil olduğu cemaat, topluluk, aşiret içerisinde özellikle yukarıdan gelebilecek baskı ve tahakkümlere boyun eğmeyecek bir şahsiyet ve donanım kazanması. Bilhassa Münazarat isimli eserinde, bu açıdan son derece dikkat çekici diyaloglar var.