HSYK’nın yerini alan 13 üyeli HSK çok sıkıntılı bir konumda
işbaşı yaptı.
Bu sıkıntının iki önemli sebebi var.
Biri, yargıyı da tek adam rejimine bağlayacak kurul olma eleştirilerine hedef olması ve tartışmalı bir referandumla “kabul edildiği açıklanan” bir paketin yürürlüğe girmesinden sonra göreve başlaması.
Diğeri, selefi olan HSYK’nın son dönemde yargı bağımsızlığını ve hakim güvencesini yerle bir eden kararlarıyla mahkemelere çok ağır bir baskı uygulaması.
“f.ö ve darbecilerle mücadele” gerekçesiyle, tarihimizde benzeri görülmemiş hakim ve savcı kıyımlarına imza atması.
Karar ve işlemlerine siyasî bir hesaplaşma ve rövanşın gölgesini düşürmesi.
Yargıya da OHAL düzeni getirmesi.
7 üyesini Meclisin, Adalet Bakanı ve Müsteşarı dahil 6 üyesini Cumhurbaşkanının belirlediği HSK’nın, eğer bu sebeplerden kaynaklanan handikapları aşmak gibi bir hedefi varsa, öncelikle yargıyı ve hukuku olağanüstü halden çıkararak normalleştirmeye yoğunlaşması gerekir.
Bunun için de bilhassa f.ö ve Bylock davalarına bakan mahkemeler üzerindeki çok ağır baskıyı kaldırması icab eder.
Bilindiği gibi yakın dönemde bazı tutuklu gazetecilerin tahliyesi ve Bylock’ta mesaj içeriklerine bakılması yönünde karar veren mahkemelerin çok üzerine gidildi.
Hemen inceleme başlatıldı, açığa almalar ve tenzilen atamalar oldu. Böylece diğer mahkemelere de gözdağı verildi.
Yargı HSK sopasıyla baskı altında tutuluyorsa hukuk devletinden söz edilemez.
Bu baskılarda başı çeken Adalet Bakanının bile f.ö ile mücadele adıyla yapılanlara isyan noktasına geldiği aşamada HSK’ya çok büyük sorumluluk düşüyor.
Şimdiye kadar inanılmaz bir duyarsızlıkla geçiştirilen, ama artık görmezden gelinmesi mümkün olmayan en önemli ve kritik konu, soruşturma ve yargılamalarda sebebiyet verilen yaygın mağduriyetler.