Ülkedeki son gelişmeleri, birden tırmandırılan terör
saldırılarını, güvenlik güçleriyle teröristler arasındaki
çatışmaları, operasyonları, şehit cenazeleri gerekçeyle ülkenin
birçok yerinde yaşanan gerginlikleri, evvelce de defaatle
yaşandığını bildiğimiz tahrikgaleyan provokasyonlarını, parti
binalarına ve gazetelere yapılan saldırıları içte ve dışta “Türkiye
iç savaşa mı gidiyor?” şeklinde yorumlayanlar var.
Bazı Avrupa gazetelerinde ve kimi güvenlik uzmanlarının
değerlendirmelerinde bu sual etrafında tahliller yapılıyor.
Demek ki, gelinen noktada dünyaya öyle bir görüntü veriyoruz. İçeride de bu yönde bir algı oluşturmak isteyenler var.
Peki, bu iddiaların aslı var mı?
Yakın tarihimizde benzer gerilimleri defaatle yaşamış bir ülkeyiz. Toplumdaki hassas fay hatları üzerinden farklı kesimleri karşı karşıya getirip çatıştırmayı amaçlayan tahriklerin yabancısı değiliz.
Laikantilaik, AleviSünni, ezilenezen ve TürkçüKürtçü fitnelerini tezgâhlayıp alevlendirerek sosyal barışı dinamitleme provokasyonları hiç eksik olmadı.
1950 öncesi tek parti dönemindeki doğu isyanları ve çok kanlı bir şekilde bastırılmaları; 1960, 71 ve 80’de darbe gerekçesi olarak kullanılan gençlik hareketleri ve anarşi; Kahramanmara, Çorum, Sivas ve Gazi Mahallesi olayları; PKK terörü... bunların ilk akla gelenleri.
Ama zaman zaman çok tehlikeli gerilimler yaşandığı halde, çok şükür bunların hiçbiri toplum geneline yayılıp, ülke çapında bir iç harp boyutuna taşınmadı.