Kanlı kalkışma öncesinde neleri konuşuyorduk; hayli zorlansak da
şöyle bir hatırlamaya çalışalım:
Bunlardan biri, İsrail’le yapılan anlaşmaydı. Gazze ablukasını
kaldırmayan ve Türkiye’nin oraya yardımını İsrail’in belirlediği
şartlara bağlayan; Mavi Marmara katilleri hakkında açılmış davaları
düşüren; mağdur şehit ailelerinin “Asla kabul etmeyiz” tepkisine
konu olan ve İsrail’in çıkaracağı doğalgazın Türkiye üzerinden
Avrupa’ya taşınmasını öngören anlaşma.
Bir başka gündem, son olarak Ramazan günlerinde İstanbul Havaalanını kana bulayan IŞİD terörü.
Bir diğeri, PKK saldırıları, terör operasyonları, şehit haber ve cenazeleri.
Siyasetteki dokunulmazlık gerilimi.
MHP’de yaşanan yönetim-muhalefet çekişmesi ve kongre tartışması.
Askere ve kayyımlara koruma zırhı getiren, yüksek yargı organlarında bir kez daha geniş çaplı tasfiyeler öngören yasal düzenlemelerin Mecliste kabul edildikten sonra Saray onayı ile resmen yürürlüğe girmesi.
Ve son iki buçuk senenin değişmez gündemi: “paralel” operasyonları.
Kanlı 15 Temmuz kalkışması diğer bütün maddeleri örtüp unutturdu; gündemin tamamen “paralel” meselesine odaklanmasını netice verdi.
Üstelik eskisinden çok daha sert, yoğun ve şiddetli bir şekilde. Kalkışma gecesinden sonra her alanda hız verilen olağanüstü tasfiye ve imha operasyonları bunun tezahürü.
Darbecilikle suçlanan 100’ü generalle binlerce subayın; AYM, Yargıtay ve Yargıtay üyeleri ile binlerce hâkim ve savcının; valilerin ve mülkiye bürokratlarının; iki buçuk yıldır hallaç pamuğu gibi dağıtılan emniyette yine binlerce görevlinin; rektör, dekan ve öğretim üyelerinin; Millî Eğitim kadrolarının, öğretmenlerin; Maliye elemanlarının; Diyanet personelinin... görevden alınması.