Arap baharı diye adlandırılan, ama Arap dünyasını tam bir “kara kış” iklimine sürükleyen fitne sürecinin şekillendirilmesinde en etkili şekilde kullanılan ülkelerin başında Katar geliyordu.
Gerek finans, gerek propaganda için.
Ama şimdi aynı Katar “terör destekçiliği” ile suçlanarak bir anda hedefe konuluverdi.
İşin garip tarafı, Katar operasyonunun başını Suudi Arabistan’ın çekmesi ve BAE ile Bahreyn’in de Katar’a karşı birleşmeleri oldu.
Demek ki bir zamanlar kurulan Körfez İşbirliği Konseyi’nin de yerinde yeller esiyor.
Kuveyt arayı bulmaya çalışıyor, ama zor.
Dikkat çeken bir diğer nokta, Katar’a karşı Suudlarla birlikte Mısır’ın da öne çıkması.
İhvan-ı Müslimîn ve Hamas’ı İsrail ağzıyla “terörist” olarak suçlayan ve Katar’ı da bunlara kucak açtığı için hedefe koyan bir ittifak.
Katar krizinin, Trump’ın kılıç dansı ve küre gösterisiyle anılan Riyad ziyaretinden sonra gerçekleşmesi ve ABD Başkanının Katar olayı patladıktan sonra bu ülkeyi “teröre destek”le suçlayan mesajlar atması da manidar.
Olay epey zaman önce gündeme getirilen “İslam NATO’su” projesini de yeniden ısıttı.
Ve bu gelişme Trump’ın “Terörle Müslümanlar uğraşsın” lâfıyla birlikte düşünüldüğünde, İslam âlemini birbirine kırdırma fitnesinde yeni bir aşamayı ortaya koyuyor.
Bu hengâmede Türkiye’yi yönetenlerin içine düştüğü durum bilhassa düşündürücü.
Katar’la detaylarını bilmediğimiz derin ilişki ve ekonomik bağlantılarımız var. Hattâ Varlık Fonuyla ilgili epeyce yüklü Katar yatırımlarından bahsediliyor. Dolayısıyla, gerek ekonomik, gerek siyasî ilişkiler boyutuyla Katar krizinin Türkiye’yi de ciddî şekilde etkileyip sıkıntıya sokmasından kaygı duyuluyor.
Olayın, yine Türkiye’yi yönetenlerin habire Trump’a kur yaptıkları ve dahası İsrail’le arayı fena halde “düzelttikleri” bir merhalede patlak vermesi başlı başına bir garabetler zinciri.
İlk kez IŞİD terörüne hedef olan İran’la tekrar yakınlaşma sürecine girilmesi de cabası.