15 Temmuz kalkışmasından sonra tekrar nükseden cemaat ve tarikat
alerjisini yazıya dökenlerden biri, Diyanet İşleri eski Başkanı
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun aynı yöndeki şu iddialarını referans
göstermiş:
“Günümüzdeki dinî cemaatleşmeler ve tarikat örgütlenmeleri geçmiş
dönemlerdeki geleneksel sınırlarında kalarak insanların ahlakî
gelişimine, derunî dindarlığına katkı sağlayıcı bir çizgide hizmet
üretse, toplumda engin bir hoşgörünün yerleşmesine öncülük etse,
toplumun sosyal bağını güçlendirici roller alsa hem meşruiyetlerini
perçinlemiş, hem de dine ve topluma hizmet etmiş olurdu, ama
üzülerek görüyoruz ki öyle olmadı. Yani tarikat ve dinî cemaatleşme
günümüzde Müslümanların dindarlığını güzelleştirme çabasından
ekonomik çıkar ilişkisine, siyaset projesine, sosyal örgütlenme
modeline dönüştü.” (Ayşe Sucu, Sözcü, 1.8.16)
Bir defa bu ifadelerle cemaatlerin işlevinin bu derece sınırlandırılması ilk yanlış. İkincisi, cemaatlere böylesine genelleyici ithamlar yapılması bir başka hata. Üçüncüsü, bazı cemaatlerin söz konusu durumlara girmesinde, onları bu yanlışlara yönelten maksatlı siyasî projelerin es geçilmesi bir diğer sıkıntılı nokta.
Bardakoğlu’nun başkanlık görevinde bulunduğu dönemlerde her vesileyle “Okullarda Peygamberimizi, camilerde M. Kemal’i anlatmalıyız” lafını tekrarlamış bir isim olduğu da hatırlanırsa, mesele daha da netlik kazanmış olur.
Onun tek yanlı cemaat eleştirilerini referans gösteren Sucu’nun, lafı getirip M. Kemal’in “Efendiler, Türkiye dervişler, şeyhler ve meczuplar ülkesi olamaz” sözüne bağlaması da, konuyu tamamlıyor.