Bediüzzaman Said Nursî 2. Meşrutiyetin ilanının 3. gününde Sultanahmet meydanında düzenlenen mitingde irad ettiği ve bilâhare Selanik’te tekrarladığı “Hürriyete hitap” nutkunda diyor ki:
“Bu zamanda revabıt-ı içtima (sosyal bağlar) o kadar tekessür etmiş (çoğalmış) ve levazım-ı taayyüş (maişet ve geçim için gerekli şeyler) o derece taaddüt etmiş (çeşitlenmiş) ve semerat-ı medeniyet (medeniyetin meyveleri, ürünleri) o kadar tefennün etmiş (farklı ilimlere ve uzmanlık alanlarına konu olmuş) ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet (medeniyetin gücü ve kılıcı) menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr (fikir hürriyeti) o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 179)
Burada, yeni çağda devletin dayanacağı üç temel direği Meclis, meşveret ve fikir hürriyeti olarak sıralıyor Üstad. Seçilmiş vekillerden oluşan Meclisi milletin kalbi olarak nitelerken, ümmetin ortak fikrinin orada yapılacak meşveretle ortaya çıkacağını, bu meşveretin doğru ve sağlıklı neticeler üretebilmesinin en önemli şartının da fikir hürriyeti olduğunu söylüyor.
Bunlar iç içe diyebileceğimiz derecede irtibatlı ve birbirini tamamlayan esaslar.
Çağdaş devlet şahsa değil, Meclise dayalı bir sistemle yönetilir. Bu Meclis, ülke meselelerini istişare ederek sonuca bağlar ve sorunları çözer. Ama bunun için, istişarelerin mutlaka hür ortamda yapılması gerekir.