Tekrar ısıtılıp gündeme taşınan, en âcil konu olarak en kısa zamanda sonuçlandırılması istenen ve uğrunda Davutoğlu’nun da bir çırpıda harcandığı başkanlık sistemi için AKP cenahında dillendirilen son argüman şu: Demokrasiyi vesayet altında tutmak için darbe anayasalarıyla kurulan sistemin en önemli araçlarından biri de milletin başbakanının devletin cumhurbaşkanı ile kontrol ve denetim altına alınması. Bu görüşü savunanlara göre, cumhurbaşkanını halkın seçmesi yolunun açılması ile, bu son vesayeti de kaldırmanın ilk adımı atıldı; ardından başkanlık sistemine geçilmesiyle “reform” tamamlanacak. Bunu da “milletin adamı” olarak cumhurbaşkanlığına gelmiş olan Erdoğan, orada bu vasfını “devletin adamı” sıfatıyla birleştirmek suretiyle gerçekleştirecek. Bu iddia söylem olarak ve kâğıt üzerinde çok parlak bir demokrasi atılımı gibi görünebilir, ama reel gerçekler açısından bakıldığında karşılaşılan durum ne? Sualin cevabı Erdoğan’ın başbakanlığının son demleriyle cumhurbaşkanı seçildikten sonra açığa vurduğu değişimde. Resmî ideolojinin, başından beri kırmızı çizgi olarak ilan ettiği konularda devlet refleksleri paralelinde mesajlar veren;