Din adına siyaset iddiasından vazgeçtiklerini ve millî görüş gömleğini çıkardıklarını deklare ederek yola çıkan kadroların iktidarına, gerek önceki dönem siyasetindeki aşırı yıpranmışlığın, gerekse başka bir alternatifin bırakılmayışının da etkisiyle, içte ve dışta olağanüstü bir “kredi” açıldı.
28 Şubat baskılarına karşı toplumdaki demokrasi, hak ve özgürlük özleminin zirveye çıktığı bir dönemde, iyice bunaltıcı hale gelen askerî vesayeti geriletmenin de bir yolu olarak AB ve demokratikleşme reformlarına sahip çıkılıyor görüntüsünün verilmesi, bu krediyi güçlendirdi.
Dindarların da demokrat olabileceği tezini doğrulama potansiyelini içinde saklayan bu görüntü, “İslamla demokrasi pekâlâ bir arada olabiliyormuş” dedirtti.
Ve bu durum Türkiye’yi bütün dünyada ve özellikle İslam âleminde parlayan bir yıldız, gıptayla takip edilen bir model ülke ve bir cazibe merkezi haline getirdi.
Öyle ki, beş yıldır düşman ilan edilen Esad bile aramızın iyi olduğu dönemlerde Türkiye’nin AB yolculuğunu takdirle izleyip örnek aldıklarını ifade ediyordu.
Keza hâmisi İran’ın önemli yetkilileri de.