Anarşi ve terörü kullanarak yönetimi darbeyle ele geçiren 12
Eylülcüler, uyguladıkları amansız devlet terörüyle, yeni bir terör
örgütü olan PKK’nın ortaya çıkmasına sebebiyet verdiler.
O dönemde yapılan yoğun baskı ve eziyetler, dillere destan
Diyarbakır cezaevindeki inanılmaz işkenceler, insan hakkı
ihlalleri, Kürtçe yasakları.... PKK’nın ekmeğine yağ sürdü.
Ve güya anarşi ve terörü önlediği için kurtarıcı gibi görülüp halkın desteğini alan darbeden sadece 4 yıl sonra 1984 yazında gerçekleşen Eruh baskınıyla, Türkiye senelerce kendisini uğraştıracak olan PKK belâsıyla tanıştı.
Sonuçta PKK terörüne 40 bin insanımızı kurban verdik. Gencecik hayatları söndüren bu fitne, binlerce ocağa da ateş düşürdü.
Haddizatında PKK, 12 Eylül darbesiyle fitnekâr ve ceberut yüzünü bir defa daha gösteren Kemalist zihniyetin zehirli meyvesi.
Kendi ürünü olan PKK ile güya mücadele bahanesiyle uyguladığı militarist yöntemler de sorunu daha katmerli hale getirdi. Halka da terörist gözüyle bakan bir mantıkla yapılan askerî operasyonlar, OHAL uygulamaları, faili mechul cinayetler, köy boşaltmalar... sonucu ortaya çıkan birikimler, bugünkü tabloyu hazırladı.
Bu, madalyonun bir yüzü. Diğer yüzünde ise özellikle son iki senede çözüm süreci adı altında devletin bölgeden adeta fiilen çekilerek alan hakimiyetini örgüte bıraktığı acı gerçeğiyle karşı karşıya geliyoruz.
Bunun sonucunda örgüt bölgedeki şehir merkezlerine ağır silah yığınağı yapmış, yol kesip kimlik kontrolü yapan “asayiş timleri” kurmuş, militan yetiştirmek için kamplar açmış, “halk mahkemeleri” oluşturmuş, ev ve işyerlerini haraca bağlamış, ihaleleri kontrolüne almış ve ihale bedellerinin yüzde 10’una el koyduğu bir mekanizma oluşturmuş...