Millî Görüşün söylem düzeyinde “din adına siyaset” iddiasından vazgeçtiğini deklare etmesi, Nurcuların haklılığının onlar tarafından da kabul ve ikrarının ifadesiydi, ama bu tavrın zihniyet olarak da içselleştirilmesi gerekiyordu ve o noktadaki soru işaretleri hâlâ sürüyordu.
Önce RP’nin, sonra FP’nin kapatılmasını takiben Millî Görüşten ayrılanlar AKP ile yola çıkarken en çok bu noktaya vurgu yapıp “Siyasette dinciliğe karşıyız” dediler. 90’ların başından itibaren yaşanan sürecin nirengi noktasını oluşturan bu husus, bir kısım Nurcuların “din adına siyaset iddiası” karşısındaki duruşunu yumuşatan bir sonuç verdi. Ve bu yumuşama AKP ile had safhaya ulaştı.
Öncesinde DP-AP-DYP çizgisine oy verdikleri halde, “Demokrat manası artık AKP’ye geçti, yıllardır beklediğimiz dindar demokratlar bunlar” diye AKP’ye yönelenler oldu. Ama bu, reel gerçeklere dayalı objektif bir tesbitten ziyade, temennilere dayalı bir tercihti.
AKP iktidarıyla gelinen nokta, AB’nin demokratikleşme yönündeki ısrarlı takibine rağmen, hâlâ fazla birşeyin değişmediği, 27 Mayıs’la kurulup 12 Eylül ve 28 Şubat’la pekiştirilen darbe düzeninin devam ettiği, asker vesayeti geriletilmiş gibi görünse de bu durumun sağlam ve kalıcı bir güvenceye bağlanamadığı, buna karşılık sistemde iktidar vesayetinin hiçbir demokratik hukuk sisteminde görülmemiş şekilde güçlendiği ve daha ötesinde iktidar partisinin bile kaderini lidere endekslediği bir tabloyu gösteriyor.