Bediüzzaman, “vatan, millet, İslamiyet ve Kur’an menfaati”
namına desteklediği demokratlardan, hürriyetlerin önünü açmaları,
Risale-i Nur başta olmak üzere İslamî hizmetlerin serbestiyetini
sağlamaları, iman ve Kur’an hakikatlerine sahip çıkmaları ve
Ayasofya’yı yeniden mabed olma hüviyetine döndürmeleri dışında
hiçbir şey istemedi ve beklemedi.
Kadrolaşma ve devlet imkânlarından pay alma gibi talepler aklından
bile geçmedi ve böyle şeyleri asla telâffuz etmedi.
Tam tersine, kendi hayatında başından beri örnek bir titizlikle uyguladığı istiğna düsturunu hizmetinde de aynen tatbik etti. Kimseden birşey istememenin ötesinde, hediye olarak getirilenleri dahi hep geri çevirdi, kabul ettiklerinin ise mukabilini mutlaka, hem de fazlasıyla verdi.
Üstadlarının verdiği ölçüleri esas alan Nur Talebeleri de demokrat çizgiyi sürdüren partilere oylarıyla destek verirken, genel hatlarıyla aynı tavrı muhafaza ettiler. Desteklenen AP ve DYP hükümetleriyle “Bize şu kadar milletvekili kontenjanı ayırın, bakanlık da isteriz, GİK listesinde de bizi unutmayın, devlet ve belediye ihalelerinden, teşvik kredilerinden payımızı ihmal etmeyin” gibisinden taleplerle pazarlığa oturmadılar. Tamamen hasbî ve karşılıksız olarak destek verildi.
Ancak bu destek, söz konusu parti ve hükümetlerin bütün icraat ve politikalarının, gözü kapalı bir şekilde tasvibi olarak anlaşılmadı ve öyle de uygulanmadı. Demokrasinin, hak ve özgürlüklerin önünü açmaya, millete hizmet götürmeye yönelik icraatlar desteklenir ve teşvik edilirken, yanlışlar eleştirildi ve ikazlar yapıldı.
Nur Talebeleri için asıl olan, her zaman her hal ve şartta kendi hizmetlerinde yoğunlaşmak, onların haricindeki meşguliyetlerle vakit ve enerji kaybetmemek.
Zaten Nur hizmetinin devleti değil, toplumu ve bireyi önceleyen temel yaklaşımı da bunu gerektiriyor. Bu sebeple, “devleti ele geçirerek” topluma yön verme gibi arayışlar,