15 Temmuz kalkışmasından bir hafta sonra ilan edilen OHAL’in
gerekçesi “darbecilerle mücadele ve demokrasiyi korumak” olarak
açıklanmıştı. Eşzamanlı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de
askıya alındı.
Sonraki süreçte hazırlanıp çıkarılan ilk KHK’ya, “Yenikapı ruhu”nun
henüz canlı olduğu bir ortamda muhalefet partileri de destek
verdi.
Ama bilâhare Meclis tatildeyken peş peşe yürürlüğe konulan ve çıkarıldığı tarihten itibaren bir ay içinde TBMM tarafından tasdik edilmesi zorunluluğu bulunduğu halde henüz onaya dahi sunulmamış olan sonraki KHK’larla yapılan görülmemiş boyuttaki tasfiye ve ihraçlar, kayyım atamaları ve diğer tartışmalı tasarruflar işin rengini değiştirdi.
“FETÖ”den sonra PKK ve HDP’nin de OHAL kapsamına alınmasıyla hem olayın kapsamı ve boyutu genişledi; hem de OHAL’i en az bir dönem daha uzatmanın gerekçesi oluşturuldu.
Bu arada, ek ve takviye gerekçeler olarak, yeni darbe ve kalkışma senaryoları ortaya atıldı. 15 Temmuz travmasının sıcaklığını koruduğu ve sokaklarda demokrasi nöbetlerinin devam ettiği bir süreçte, evvelâ 14 Ağustos’ta yeni bir kalkışma hazırlığına dair iddialar seslendirildi.
O tarih kazasız belasız atlatılınca bu defa “16 Eylül’e dikkat” diyenler oldu. Şimdi de “Kasım ayı bitmeden, Güneydoğu ekseninde ikinci ve çok daha kanlı bir kalkışma” senaryosu gündemde. Ve bu iddiayı Yeni Şafak gibi bir gazetenin yapıp manşete çektiği mülâkatta seslendiren, Ergenekon’dan yargılanıp bırakılan ve bazı davaları hâlâ devam eden bir kişi.
Bu “ikinci kalkışma” iddiasına hükümet cenahından gelen tepkiler, genel itibarıyla aklıselim çizgisinde dengeli bir yaklaşımı yansıtıyor. Konuya dair görüş bildiren bakanlar ellerinde böyle bir tesbitin bulunmadığını, gereksiz yere halkı endişe ve korkuya sevk edecek iddiaların yersizliğini vurguladılar.
İktidar partisi adına yapılan açıklamalarda da “İhtiyatlı olmak güzel, paranoya ise hastalıklı bir ruh hali. İkisini ayırd etmemiz lazım” şeklinde sağduyulu mesajlar seslendirildi.