Bu yazı 6.5 yıl önce, 15.1.11’de bu köşede yayınlanmıştı:
Son gelişmelerle gündemin ilk sıralarına oturan yargı krizi,
aslında topyekûn bir sistem krizinin yansımasından başka birşey
değil. Biriken dosyalar, sürekli ertelenerek zamanaşımına takılıp
düşen dâvâlar, AİHM’in haksız bulup Türkiye’yi mahkûm ettiği
kararlar.
Sorunun önemli bir boyutu, açılan dâvâ ve karar bekleyen dosya sayısındaki artış ve yığılma.
Bunu, “ağırlaşan iş yükü” diye ifade ediyorlar. Öyle ki, Yargıtay Başkanı artık dosyaları koyacak yer dahi bulamaz hale geldiklerini söylüyor.
Peki, dâvâ sayısı niye sürekli artıyor? Bu, nüfus artışının da getirdiği normal bir durum mu, yoksa sosyal bünyedeki bozulmanın mı işareti?
Her bir dâvâ, konusuna ve içeriğine göre ya ihtilâflı bir meselenin veya ilgili kanunda tarif edilip cezalandırılan bir suçun varlığına işaret. Ve dâvâ sayısındaki artış, kişiler arası ihtilâfların ve işlenen suçların artışını da ifade ediyor.
Böyle olunca, bunların yaşandığı toplumu masaya yatırıp tahlil etmek gerekiyor. Niye ihtilâflar artıyor ve tarafları arasında çözülemeyip mahkemelere taşınıyor? Ve neden suçlar çoğalıyor?
Ortadaki tablonun, emniyet ve adalet istatistiklerinde ortaya konulan sonuçlardan hareketle, aile, eğitim, ahlâk ve maneviyat, ekonomi gibi boyutlarıyla enine boyuna irdelenmesi lâzım.
Cevap bulması gereken temel soru şu olmalı: Nerelerde hata yapılıyor ki, problemli, ihtilâflı ve suç oranlarının arttığı bir toplum oluşuyor?