Dünden devam:
Yargıdaki tıkanma bir sonuç ve en önemli sebebi de bu tesbitle
ifadesine çalışılan acı gerçek.
Krizin yargı boyutunda, ülke gerçekleriyle inatlaşan resmî ideolojinin, bu çerçevede bizzat yargıyı kullanması da çok önemli bir role sahip.
Hiçbir tesir altında kalmadan sadece adaleti tecellî ettirmekle görevli bir kurumun resmî ideoloji bekçiliğine soyunup muhalifleri cezalandırma misyonunu üstlenmesi büyük bir talihsizlik.
Bunun, şimdi iş yükünün ağırlığından yakınanlarca, “ideolojik” maksatlarla açılan dâvâları öne çekip sür’atle sonuçlandırarak yapılmış olması, adalet kavramı açısından ayrı bir skandal.
17 Ağustos depreminden sonra, binlerce insana mezar olan çürük binaların müteahhitlerine açılan dâvâların—“günah keçisi” olarak seçilen Veli Göçer hakkındaki hariç—hemen hepsi zamanaşımından düşerken, aynı depremi “İlâhî ikaz” olarak yorumlayanlara açılan dâvâların olağandışı bir sür’atle görülüp mahkûmiyetle sonuçlandırılması, bunun en tipik örneklerinden.
Aynı şekilde manevî tazminat dâvâlarında verilen kararların, dâvâcı ve dâvâlıların kimliğine göre yüz seksen derece değişebilmesi ve ister istemez çifte standart eleştirisine konu olması da.
Bu da toplumdaki adalet duygusunu zedeleyerek yargıya güveni sarsan çok ciddî bir problem.