Kemal Ateş Aydınlık Gazetesi

Ben profesör değilim

Beni profesör sananlar epeycedir, “Prof” diye ithaf edilmiş imzalı kitaplar geliyor hâlâ. Ekşi Sözlük’te hakkımdaki ilk cümle: “Ankara Üniversitesinin Türk Dil profesörlerinden, beyaz saçlı...

27 Eylül 2022 | 249 okunma

Beni profesör sananlar epeycedir, “Prof” diye ithaf edilmiş imzalı kitaplar geliyor hâlâ. Ekşi Sözlük’te hakkımdaki ilk cümle: “Ankara Üniversitesinin Türk Dil profesörlerinden, beyaz saçlı, şu dakikada Ceviz Kabuğu’na konuk olmakta…” İnternete epey yabancı olduğum o günlerde bu bilgiyi nasıl düzeltirim diye düşünürken, bir başka yazar düzeltti: “Ankara Üniversitesi Türk Dili Bölümü Başkanıdır. 1947 yılında Kaman’da doğan Ateş, profesör değil, doktor unvanına sahip olup kendisinin roman, deneme, eleştiri dalında birçok eseri bulunmaktadır.”

DTCF, SBF, İLEF başta olmak üzere Ankara Üniversitesinin birçok fakültesinde Türk Dili dersleri verdim, Eğitim Bilimleri Fakültesinde mastır düzeyinde Çocuk Edebiyatı okuttum. SBF’nin öğrenci işleri müdürü Muhittin Bey, ders programlarımızı adımın önüne “Prof” yazarak gönderirdi, iki üç kez uyardım, hatta “Dilekçe vereceğim” diye takıldım. “Hocam biz sizi profesör görüyoruz” diye gönlümü alırdı.

Üniversitede bazı hocaların nasıl profesör olduğu çok konuşulur, şaşılır… Bazılarının da neden profesör olmadığına şaşılır. Ben sanırım ikinci öbekteyim.

Zorluklar her meslekte, her kurumda olur, engellerle karşılaşmamak olası değil. Ayak oyunları, kıskançlıklar, çatışmalar her kurumda var. Üniversiteyle, yöneticilerle aramdaki en önemli çatışmadan, kavgadan, beni bilimden soğutan bir olaydan söz edeceğim sadece. Bir kötünün dokuz köye zararı dokunur, derler. 1974 yılında okutman olarak bir arkadaş girdi aramıza, böyle işini bilen, saman altından su yürüten bir adam zor bulunur, sınavsız okutman oldu. İki yıl çalışmadan maaşlı-izinli olarak iki yıl Almanya’ya gitti, iki yıl sonra döndü, on gün çalışmadan iki yıl daha maaşlı izin istedi. Bölüm başkanı Hasan Eren ona doğrudan karşı çıkmak yerine, sanırım asistanının da yardımıyla fakülte yönetim kuruluna “Okutman yurt dışında görevlendirilemez” diye genel bir karar aldırdı. Arkadaşımızın son girişimini böyle engelledi. Ama karar genel, bütün okutmanlarla ilgili. Yani bir kurunun yanında bir sürü yaşı da yaktılar. O günlerde Milli Eğitim Bakanlığından bir yazı geldi, Brüksel Üniversitesinden Türkçe okutmanı isteniyordu, duyuruyu Hasan Eren’in asistanı hepimize imzalattı. Sınava girmek üzere başvurdum. Fakültenin izniyle sınava girdim, kazandım, yazım fakülteye geldiğinde, yönetim kurulunun daha önceki ilke kararını gerekçe göstererek gitmeme son anda engel oldular. Mastırımı yeni bitirmiştim, Belçika’da dilimi iyice geliştirecektim. Orada ders verirken, belki doktora da yapacaktım. Bulunmaz bir fırsattı, Fransızcayı yerinde öğrenecektim.

Karar yanlış ve hukuk dışı… Devlet istediği memurunu yurtdışında görevlendirir. İdare hukukundan asistan arkadaşlar da bana hak verdiler, dilekçe yazmama yardımcı oldular, Danıştay’a başvurdum. Davayı kazandım, ama asıl tuhaflıklar, hukuksuzluklar, keyfilikler, inatlaşmalar, gülünçlükler bundan sonra başladı. Yaşar Yücel denen dekan tükürdüğünü yalamıyor. Yiğit lakabıyla anılır derler, lakabı “Çamur”du dekanımızın, sağı solu idare etmesini bilen, tam 12 Eylülcülerin istediği türden bir dekan. Zaten daha sonra bu zatı Kenan Evren Tarih Kurumu Başkanı yaptı, bizim hukuk dışı kararın gerisindeki ikinci adamı, Hasan Eren’i de aynı günlerde TDK’nin başına getirdi. Çamur Yaşar’ın adına yakışır işlerinden biri de beni buldu!.. Danıştay kararını uygulamadı. Prof. Türkan Akyol o günlerde rektör seçilmişti. Makamına çıktım, bizi başından atmak için bir iki söz ederken telefonu çaldı, bakanlardan biri kalp krizi geçirmiş, beyaz gömleğini giydi, yardımcısıyla görüşmemi söyleyerek odasından fırladı. Türkân Hanım’ın benden daha büyük dertleri vardı, üniversiteyi darbecilerden kurtaracaktı. Ertesi gün yardımcısı Rüçhan Işık’tan randevu aldım, sekreterinin önünde bir süre bekledikten sonra, beyefendi kapıdan başını uzattı, “Ne var?” diye sordu. Randevu almama rağmen içeri almadı, ayaküstü: “Ne var?” Ben de ayaküstü dekan beyin Danıştay kararını uygulamadığını anlattım. “Gereği yapılır” gibi bir laf edip kapıyı kapattı. Çok yoğun bir işi olmalı, diye düşündüm. İki gün sonra gene randevu aldım, Rüçhan Bey beni gene içeri almadan guguklu saat gibi başını uzattı, sekreterinin önünde gene aynı soru: “Ne var?” Dekan Bey’in Danıştay kararını uygulamadığını bir daha anlattım. Aynı tavır, gereği yapılır, gibi bir laf…

Meğer beni içeri almadan önünde dinlediği sekreter hanım, bizim Dekan Çamur Yaşar’ın kızıymış… O sivilce bozuğu kara yüzünü hiç unutmam… Bendeki saflığa ve rektör yardımcısındaki etiğe bakın siz, kızının önünde babasını bir âmire şikâyet ediyorum ben…

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bardağın köpüren kısmı 12 Kasım 2024 | 174 Okunma Söz konusu Türkçeyse gerisi teferruat 22 Ekim 2024 | 164 Okunma Anılar, düşler, düşünceler 03 Eylül 2024 | 107 Okunma Bir güreş kurultayı düzenlenmeli 20 Ağustos 2024 | 227 Okunma Şirin Payzın’dan çok şirin cümleler 06 Ağustos 2024 | 595 Okunma