Bu köşede iki haftada bir dil ve edebiyat konularında yazıyorum. Daha çok da dil konularında...
Şu günlerde siyaset konuşuluyor yalnızca. Doğrusu benim de içimden biraz siyaset yazmak geçiyor bu gün. Ev taşıyorum, evde her şey karmakarışık. Sevgili arkadaşım Dinçer Sümer, “İki göç, bir yangındır” derdi. Önemli belgelerin, değerli dosyaların kaybolmaması için kendimce önlemler alıyorum. Ülke gibi, bizim ev de çok karışık. Günlerim yitik aramakla geçmez umarım.
Bir şeyler olacak gibi... Konuşuyor insanlar, sessizlik, suskunluk bozuldu. Bu iyiye işaret...
Yıllardan beri ben de CHP’ye oy verdim, oyum yerini bulsun diye bazen istemeden, kerhen oy verdiğim de oldu.
Halkın içinde yaşayan biriyim. Köylülerle, gecekondulularla konuşma, tartışma olanağım var. Romanlarımda, öykülerimde gecekondular ağırlıklı yer tutar. Edebiyatta ödüllerimi de gecekonduları anlatan kitaplarımla aldım. Babamın bakkal dükkânında, insanları dükkânımızdan soğutmadan uygun bir dille nasıl siyaset konuşulacağını öğrendim. Çevremden hep sol için oy istedim. Yazar olarak ilk ödülümü de CHP’nin açtığı bir yarışmada rahmetli Bülent Ecevit’in elinden aldım. Tabii ki en çok bu partiyi anlatmaya çalıştım insanlara. Eskiden CHP’ye oy vermeyenlerle konuştuğumda, beş altı kişiden birini olsun ikna ederdim. Son yedi sekiz yıldan beri hep boşa konuştuğumu fark ettim. Hep boşa çene tükettim. Adam beni dinliyor, dinliyor, “haklısın âbi, haklısın âbi!” diyor, ama sonunda şu sözlerle bitiriyor konuşmayı:
“Tamam da âbi, kime oy vereceksin, gene bunlara vereceğiz!”