“Es” aslında bir müzik terimidir. Es geçmek, sözlüklerde “boş vermek, üzerinde durmamak, önemsememek” diye açıklanır. Yazınsal metinlerde es geçmek deyimiyle bildiğim kadarıyla 1950’li yıllarda karşılaştık. Nurullah Ataç’ın bu deyimi yanlış kullanan bir yazarı uyardığını anımsıyorum.
“Es geçmek” deyimi anlatıma senlibenli bir özellik kazandırılır, her duruma, her havaya uygun bir söz değildir.
Örneğin, deprem gibi büyük bir felaketi hem de olayın en sıcak saatlerinde anlatırken, bu tür deyimler kolay yer bulmaz.
Acıların ayrı bir dili vardır, büyük felaketler ayrı bir dille anlatılır. Bu dil ilk saatlerde başkadır, beş gün, on gün geçince başkadır, bir ay geçtiğinde başkadır.
Bir televizyon kanalında depremin ilk günlerinde Kılıçdaroğlu’nun bir kenti ziyareti anlatılıyor.
Sayın Başkan, birtakım yerleri ziyaret etmiş, o arada kendi partisinden bir belediye başkanını da ziyaret etmiş. Spiker, “falanı es geçmedi” diye veriyor bu ziyareti. Ziyaret edilenin önemli bir görevi var, felaketin olduğu bölgede belediye başkanı, ayrıca çoluğu çocuğu yıkıntı altında kalmış.