Bazı sözcükler hemen her gün dilimizdedir; “halk”, “aydın” sözcükleri gibi.
Çok kullanırız da kolay tanımlayamayız.
“Halk”ı ben “kendi diliyle kavrulan kesimdir” diye tanımlıyorum.
Aydın ise, karşısında dil yanlışı yapmaktan çekindiğimiz insandır. (Öyle mi acaba?
Halk, dil konusunda aydınlardan daha yaratıcıdır; çünkü kendi diliyle kavruluyor, bu tutumu müthiş bir yaratıcılık kazandırıyor ona. Ocaklıklarda, aşlıklarda kendi yağıyla kavrulan kadınlarımız aynı zamanda kendi dilleriyle kavrularak ne güzel adlar buluyorlar o yemeklerine. Tatları gibi adlarına da bayıldığım yemek adlarını sıralasam, çok uzun bir liste çıkar.
Halk, dil Tanrısına aydınlardan daha yakındır.
Dilin gerçek sahibidir halk.
Başta eğitim kurumları olmak üzere, keşke yukarıdaki sözü slogan haline getirebilsek.
Kendi dilimizle kavrulalım, desek.
Bugünkü eğitim anlayışımız halk ile bilim bilgi kaynakları arasına dil engeli koymak istiyor.
Müzisyen Kıraç’ın da dile getirdiği şu İngilizceyle eğitim sevdası büyük bir yanlış. Sevda dedim ya, hayır sevda değil, tam bir hastalıktır bu.
Kendi öz dilinden kopmak, kendi dilini aşağı görmek hastalıktır, yozlaşmadır.
Yalnız İngilizce değil, Arapça, Osmanlıca da var. Bazı imam hatip liselerinde Arapçayı iyi öğrensinler diye, öğrencilerin kendi aralarında Türkçe konuşmaları bile yasaklanmıştı. Hepimiz okuduk bu haberi, ama nedense çok çabuk da unuttuk. İş bu hale geldi dostlar; Türkçe, yani kendi anadilimiz eğitimin önünde nerdeyse bir engel gibi görülüyor.
Bütün bunlar ve daha bir sürü neden...