Onun yanındaysanız, gam kasavet uzak durur sizden. Her zaman
güler, güldürür, suskunluğu sevmez bir ağabey. Uzun boylu, sarışın,
sırım gibiydi tanıdığım yıllarda.
Sık sık uğradığı DTCF’deki odamda, Zafer Çarşısı’ndaki Köşem
Kıraathanesi’nde, Sanat Kurumu’nda uzun söyleşilerimiz, birlikte
yolculuklarımız oldu. Deli dolu yaşadı, eyvallahı yoktu kimseye,
susmadı, susturulamadı. Mahpus damlarını ona da gösterdiler.
Köy edebiyatının, köyü içerden gösteren yazarların öncüsüydü, Bizim
Köy, Hayal ve Gerçek gibi zamanında ses getiren önemli yapıtlara
imza attı.
Başta özgüveni olmak üzere, her şeyini o da Köy Enstitüleri’ne
borçluydu.
Tanıdığım en renkli yazarlardandır, köy çocuğunun böylesine
rastlanmaz pek. Köylüden de başka biri... Başka, bambaşka bir
insandı Mahmut ağabey. Sürgünlerin, soruşturmaların ardından işsiz
kaldığı çok oldu. İşsizken de, koltuk altında çantası eksik
olmazdı. Bazı sözcükleri vardı Mahmut ağabeyin, yalnız o bilir, bir
de onunla samimi olanlar bilirlerdi. “Clay” sözcüğü örneğin.
Anlattığına göre, bir roman kahramanıydı aslında “Clay”, biraz
çapkınca bir kahraman, ama o kafasına göre anlamlar verir, size de
kabul ettirir, sonunda onun havasına girer, “Clay” deyiverirdiniz.
Makal’la konuştukça zaten sözcüklerin anlamları değil de,
kullanımları olduğunu anlardınız.
Kâğıt paraların küçüğünü dışa, büyüğünü araya sıkıştırırdı.
Cebinden çıkardığında paralı olduğu anlaşılmasın diye. Tutumluydu.
Nasıl olmasın? Üç yıl çalış...