Yusuf Ziya Ortaç’ın “Şikâyetler” başlığıyla 1948 yılında yazdığı bir yazısından zaman zaman bu köşede söz ederim. Aradan yıllar geçse de sanki hiç eskimez o yazı. Üstat günlük yaşamın ufak tefek gibi görünen olaylarını ruhumuzun kumaşını kemiren güvelere benzetir. Yazık ki bu gün de bu küçük gibi görünen gündelik olaylar bizi çok yorup yıpratıyor. Günlük yaşamımızda bu güvelerden kurtulamıyoruz, bir türlü yok edemiyoruz. Küçük görünürler ama sinsice yiyip bitirirler insanı.Her çağ, her dönem kendi güvelerini yaratır, günlük yaşamımıza sokar. Günümüzde bu güvelerin çoğu cep telefonlarıyla geliyor. Çok dikkatli olmamız gereken bir araç telefonlar. Faturalarımızı banka talimatlarıyla ödediğimiz için yediğimiz çoğu kazıkları fark etmiyoruz. Almadığım bir ürünün parasının Turkcell aracılığıyla kesildiğini aylar sonra fark ettim. Almadığım bir ürün için hâlâ her ay para ödüyorum. Turkcell’den gelen faturamın başka yakınlarıma göre biraz fazlaca olduğunu görünce bir araştırayım dedim. Faturalarımızı banka ödüyor, neyi, niçin verdiğimizin farkında değiliz. Anladım ki bu faturaların ayrıntılarına bakmak gerekir… Turkcell benden “hizmet bedeli” adıyla bir para kesiyor. Ben bundan sanki devlete ödenen bir kesinti anladım önce, “hizmet bedeli” sözünden yaptığınız bir alışverişin bedeli anlamını nasıl çıkarırsınız? Bir dil oyununu da sokmuşlar bu bozuk düzene. Ben 40 yıl üniversitelerde Türkçe dersleri verdim, sözlükler yazdım, bir aletin, bir ürünün bedelini “hizmet bedeli” sözüyle anlatmak kimin aklına gelir? Sanki bir söz oyunuyla bizi uyutma çabası var. Nerden buldularsa bu lafı? Her ay yapılan 15 liralık “hizmet bedeli”ni devlet için yapılan bir kesinti sandım önce, oysa değilmiş. 532 ile görüştüm, ben filan tarihte “Bluetooth Speaker” diye bir alet almışım güya. Şaşırdım. Böyle bir aleti ne gördüm, ne de kullandım, ne de ihtiyaç duydum. İtiraz ettim, almadım dedim. İlk şikâyetimden sonra Çayyolu’nda Tuna İletişim diye bir yerden aradılar, gittim görüşt...