Soner Yalçın’ın Sözcü’de 27 Mayıs 2016 günü benim Neşter ve Madalya’dan hareket ederek yazdığı yazıdaki bir yanlışa değinerek başlayacağım yazıma. 1960’lara gelinirken güreşçiler “Yaşarcılar-Celalciler” diye iki öbeğe ayrılmışlardı; evet, biraz da espri amaçlı söylenen bu söz doğruydu. Ancak Soner Yalçın’ın yazdığı gibi Tevfik Kış, Celal Atik’e değil, Yaşar Doğu’ya yakındı. Tevfik Kış’ın 1960 Roma Olimpiyatlarına gidecek ilk kadroda yer alamamış olması Soner Yalçın’ı yanıltmış olmalı. O seçmelerde büyük bir çekişme İsmet Atlı ile Yaşar Doğu’nun hemşerisi İbrahim Karabacak arasında yaşandı. Bu iki güreşçi arasında geçen seçmeler hep kavgayla biterdi. Dört kez kazandığı Kırkpınar başpehlivanlığının ardından ülkede büyük bir sükse yapan İbrahim Karabacak’ı mutlaka kadroya sokma derdinde olan Yaşar Doğu, belki başta Tevfik Kış için yeterince direnememiş olabilir. Tevfik Kış, Yaşar Doğu’nun hep yakınında yer aldı, onun desteğini gördü. Güreşi bırakıp memleketine gidecekken Y. Doğu elindeki otobüs biletini yırttı, öğrencisini göndermedi. Bunları bilseydi Soner Yalçın, Yaşar Doğu-Celal Atik ilişkisini ve iki hocanın 1960 Olimpiyatlarındaki payını sanırım daha farklı anlatırdı.
Tevfik Kış, Ahmet Ayık, Mahmut Atalay, Sırrı Acar, Mustafa Dağıstanlı, Hüseyin Akbaş, Ankara Maltepe’de, Gölbaşı Sinemasının altındaki salonda aynı mindere ter döktüğümüz şampiyonlardandı. Gençliğimin en güzel yılları onların arasında geçti. Onlarla doya doya güreşemediysem de, şimdi doya doya yazmaya çalışıyorum. Hocalarımız Celal Atik, Bayram Şit, Halit Balamir idi. Yeni ölmüştü Yaşar Doğu, ruhu hâlâ bizimleydi; bir baba gibi sevilen şampiyonun kendi elleriyle söküklerini diktiği minderde çalışıyorduk. O salonu bir iş adamına yaptırtan Yaşar Doğu idi. Anadolu’dan bulup getirdiği güreşçilere çalışacakları işi, kalacakları oteli, karınlarını doyuracakları lokantayı, giyinecekleri terziyi bulan da oydu. Uygar ülkelere uyum sağlamaları için öğrencilerini dans kursuna gönderen de oydu.
Elinden tuttuklarından vefasızlık gördüğü de oldu. Bu yüzden gözlerinden akan birkaç damla yaşı da anlattılar bana. Büyük şampiyon duyguluydu.
Gazi Eğitim’de bir ara yatılı okuyan Ahmet Bilek’in hem velisi, hem borçlarının kefiliydi. Bu okula, kendi çocuklarının okulundan daha çok gelip gittiğini Ahmet Bilek’in sınıf arkadaşlarından dinledim.
Erken bıraktım güreşi, yıllar sonra da aralarına mayomla değil, kalemimle döndüm. Destek Yayınevinin bastığı (2015) Neşter ve Madalya’nın, ayrıca h2o Yayınevince basılan Ahmet Bilek’in romanı Sessiz Şampiyon’un hazırlık aşamasında çok sık görüştüğüm şampiyonlardan biri de Tevfik Kış idi.
1961 yılında Yaşar Doğu ölmeseydi, o günlerde Almanya’ya giden güreşçilerden sanırım birkaçını vazgeçirebilirdi. Emek göçü, beyin göçü derken, Ahmet Bilek’in adından esinlenerek söylersek, göç tarihimize bir de “bilek göçü” eklendi. Aynı yıllarda Sadrettin Özden’in özendirmesiyle bir grup güreşçi et lokantacılığına yöneldiler; yoksa Tevfik Kış, Ahmet Ayık gibi daha nice şampiyon yurdunu bırakıp gitme hazırlığındaydı.