İki takım arasında hoşa
giden, doğru futbol izledim. G.Saray’da sahanın her yerinde pres
yapmak gibi bir gelişime de rastladık
Ligin yarışma adaylarını hiç
olmazsa bir sayı daha fazlasıyla belirleyecek oyunda, ben bu önemle
kucaklaşan, karşılıklı, zaman zaman hoşa giden doğru futbol
izledim. Galatasaray’ın neredeyse sezon başından bu yana rakibinin
pas tezgahında çok fazla etkili olmasını önlemek adına sahanın her
yerinde pres yapma gibi bir gelişime rastladık. Tabii ki bu
Galatasaray artısı ilk yarıda çok çarpıcıydı ama ikinci yarıda
fizik gücünde ekonomiye gitme açısından kendi yarı alanında yakın
karşılama şekline dönüştü.
Son haftalarda hayli tutuk
gördüğümüz Başakşehir ise alıştığımız pas zenginliği, rakibi
karşılama gibi doğrularını bir hayli arttırmış ve zenginleştirmiş
göründü. Bu karşılıklı doğrular doğal olarak pozisyonlar da getirdi
maça. Ben bu yazıyı yazdırdığım 87. dakikaya doğru maçı seyretmemiş
birisi bu yazıyı okuyunca ‘peki goller neden bu kadar az?’ diye
sorabilir. Zaten gollerin biri İrfan’ın kaleye 20 metre uzaklıkta
Fernando’ya attığı feykten sonra geldi. Vuruşu Muslera’nın önündeki
Serdar sebebiyle elini kolunu sallayarak gol
oldu.
Galatasaray ise yukarıda sözünü
ettiğim ilk yarı oyun yapısı sayesinde iyi bir pozisyon buldu ama
Ndiaye bu avantajı kaybetmişken kaleci Mert’in boşuna ayak
darbeleriyle topu penaltı noktasına taşıttı. Koca oyunda penaltıyı
gol yapışı ve de ilk yarıdaki bazı doğru eylemlere ortaklığı
dışında hiçbir şey yapamayan Eren Derdiyok idi. Bu oyun için
Muslera’nın 10 üzerinden notunu 8’e yapıştıralım. Çeşitli görevleri
oyun içinde üstlenerek yerine de getiren Feghouli’ye de aynı
değerlendirmede bulunalım. Onların dışındakiler mi? Toplu oyun,
toplu hücum, savunmada gayret genel bir 6,5 ortalama alır
yani.
Ben bu arada iki sezondur en
beğendiğim hakem diye adını andığım Ümit Öztürk için de boş
konuşmadığımın ortaya çıkmasından mutluyum.
Maçın adamı:
Muslera