Avrupa’nın hem kendi içerisindeki çatışmalardan kurtulmak hem de
dışarıdan gelecek tehditlere karşı daha güçlü olmak için
birleştirilmesi fikri çok eskilere dayanır. Bu birliğin nasıl
sağlanacağı konusu ise hep sorun olmuştur. Güçlü bir aktörün çıkıp
bütün Avrupa’yı kendi hegemonyası altında birleştirme girişimleri
de görülmüştür (Napolyon ve Hitler gibi), Avrupa Birliği örneğinde
olduğu gibi, bütün Avrupa devletlerinin daha demokratik ve rızaya
dayalı bir birlik çatısı altında ortak hareket etmesi girişimi de
söz konusu olmuştur.
Napolyon ve Hitler’in hegemonya arayışlarının nasıl sonuçlandığını
biliyoruz. AB çatısı altında Avrupa’nın birleştirilmesi serüvenine
ve gelinen noktaya biraz yakından bakalım.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Almanya’yı kontrol altında ve
ABD’yi Avrupa dışında tutmak isteyen Fransa’nın kendi liderliğinde
bir birlik oluşturma düşüncesiyle başlayan süreç Avrupa Kömür Çelik
Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Toplulukları
aşamalarından sonra 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması ile
Avrupa Birliği’ne uzanmıştı. Ancak bu süreçte Fransa amacına
ulaşamamış, hem ABD’yi Avrupa dışında tutma hedefinde başarısız
olmuş hem de Avrupa Birliği’nin kontrolünü giderek Almanya’ya
kaptırmıştır.
Ekonomik olarak Fransa’dan çok daha yüksek büyüme gösteren Almanya,
1990 yılında Doğu Almanya’yı da topraklarına katmasının ardından
kendisini AB’nin doğal lideri olarak görmeye başlamıştır. 2008/2009
dünya ekonomik krizinden en fazla etkilenen bölgenin Avrupa olması
ise Berlin’in AB içerisindeki pozisyonunu daha da güçlendirmesi
sonucunu doğurmuştur. Yunanistan, İtalya, İrlanda ve İspanya gibi
krize sürüklenen ülkelerin kurtarıcı olarak AB’ye bakmaları,
aslında birlik içerisinde tek sağlam ekonomi olarak kalan
Almanya’ya bakmaları anlamına geliyordu.
Yunanistan ve İtalya’da, seçimlerle gelen hükûmetlerin istifası
sonucu kurulan teknokrat hükûmetlerin (Yunanistan’da Loukas
Papadimos hükûmeti, İtalya’da Mario Monti hükûmeti) mimarı Berlin
oldu. Krizdeki ülkelerin kurtarılması konusunda AB çatısı altında
oluşturulan fonların yönetiminde de Almanlar hep önde oldular.