Önceki iki yazıda, Türkiye’nin Orta Doğu politikasına dair
algılardaki çelişkilerden bahsetmiş, bu çelişkilerin ortadan
kaldırılması için göz önünde bulundurulması gereken gerçeklere dair
bazı tespitlerde bulunmuştuk. Bu çerçevede bölgesel bir güç olarak
Türkiye’nin, başta Suriye ve Irak olmak üzere Orta Doğu’da yaşanan
gelişmeleri yakından takip etmesinin ve gerektiğinde bu gelişmelere
müdahil olmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamış ve Ankara’nın
bölgede kurduğu veya kurmak istediği ittifakların diğer bölgesel
güçler ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığından
bahsetmiştik.
Şimdi Türkiye’nin Orta Doğu politikasının doğru anlaşılması ve
muhakeme edilmesi açısından çok önemli bir başka faktör olan
ekonomik ve askerî kapasitesini inceleyelim. Zira Türkiye’nin
kapasite, imkân ve sınırlarının bilinmemesi Orta Doğu politikasına
dair yanlış beklentilerin oluşmasına yol açabiliyor. Yanlış
beklentilerin dış politika kararlarını etkilemesi ise ülke
çıkarları açısından ciddi zararlar doğmasına neden olacaktır.
Türkiye’nin kapasitesini incelerken, ekonomik ve askerî
yeteneklerinin bölgede etkin olan diğer ülkelerle
karşılaştırılmasına bakalım. Ancak bunların yanında, Türkiye’nin
tarihî ve kültürel özellikleri açısından imparatorluk geleneğinin
mirasçısı bir ülke olmasının da Orta Doğu bölgesindeki etkinliği
açısından önemli bir faktör olduğunun altını çizmek gerekir.