Gördüğüm en güzel milli parklardan biriydi. Yıllarını ormanları korumak ve geliştirmek için geçirmiş, orman mühendisi Mahir Orhan’la yürüyoruz. Mesleğini yaparken öğrendiği mucizevi şeyleri anlatıyor bir yandan.
“Kızılçam ormanında yangın çıktığında, çamın kozalakları yanar ama tohumları taşıdığı orta kısmı yanmaz. İki hafta sonra yanmış koza birden açılır ve ortasında taşıdığı tohumları toprağa bırakır. O sayede kızıl çam yeniden hayat bulur. Yeter ki insan onun bulunduğu toprağa müdahale etmesin.”
Kuşadası’ndaki Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’nda bir yandan bu şaşırtıcı şeyleri dinlerken, bir yandan da kıymetli endemik bitkilerin önüne konulmuş, bilgilendirme tabelalarını okuyoruz: Köknar, dişbudak, sarı andız, mersin, zakkum… ağaçlarının özellikleri, geldikleri yerler, boyutları gibi bilgiler var tabelalarda.
Sessiz değil ortam. Cırcır böcekleri en yüksek perdeden bağırıyor. Kuşların cıvıltıları sönük kalsa da yanlarında, duyuluyor yine de.
Lakin insana ve insanın ürettiği araçlara ait tek bir ses yok. O nedenle doğanın asıl sakinlerinin sesinden başka şey duymuyoruz. Hava sıcak ama bunalmıyoruz. Toprak, ağaç ve deniz üçlüsü size sükunet ve huzur veriyor.
Milli parkın düzeni, temizliği, tertibi, bilgilendirme tabelaları ve işletme disiplini dikkat çekici. Orman Bakanlığı’nın bu ekibe bir teşekkür belgesi vermesi lazım.