Gençlik yıllarımızda kitap okuma konusunda bize rehberlik yapan ağabeylerimiz vardı. Rahmetli Asım Ağabey bana okumam gereken kitap listeleri hazırlardı. Hangi kitap bana ağır gelir, hangisi daha iyi olur, bunu konuşurduk.
Yasaklı kitap yoktu bizim için. Önce ya da sonra okunacak kitaplar vardı.
Benim kuşağımdaki insanların orta okul son sınıftan itibaren düzenli ve disiplinli şekilde kitap okuma serüveni başlardı. Lise yıllarımızda, parasızlıktan kitapları sırayla okumak zorunda kalıyorduk. Bir kitabın çıkacağını, daha matbaada baskıya girmeden önce öğrenir, Sakarya’daki Ada Kitapevi'ne gelmesini beklerdik.
KAFASI KARIŞIK KUŞAK
Üniversite ve sonrası yıllarda okuma serüvenimiz daha karmaşık hal aldı. Elimize geçirdiğimiz her şeyi okuyorduk. Tartışmadığımız konu da neredeyse kalmamıştı. Mezhepler tarihinden Marks’ın diyalektiğine, İran devriminden Japon modernleşmesine kadar tuhaf bir yelpazede konuların arasında gidip geliyorduk.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, karmaşık, yoğun ve biraz kafa karıştırıcı bir süreçten geçtiğimizi düşünüyorum. Mesela roman okumayı nedense ‘hafiflik’ olarak görüyorduk. O yüzden yatarken bile, mezhepler tarihi, düşünce metodolojisi gibi ağır kitaplar okuduğumu hatırlıyorum.