Fatih’te, salaş bir çay ocağındaydık önceki akşam. Tahta sehpaları yan yan dizip, üzerine de kağıt serip öyle sofra hazırlanmış. Ev sahibi olan arkadaşımız, yemekleri iki sokak aşağıdaki evinde kendi pişirecek, tencerelerle burada getirecek ve iftarı açacağız. Çaylar ve içecekler salaş çay ocağından, ekmek kadınlar pazarındaki taş fırından. Tatlı iyi bir yerden. Durumumuz muhteşem.
İNSANLIĞIN HALİ NE OLACAK GÖZÜM?
Bizim eski ekip iftarı. Beyazıt meydanında polisten dayak yediğimiz günden beri, genelde yiyeceğimizi paylaşıyoruz!
Aramızda üniversitede hoca olan da var, sivil toplum yöneticisi olan da. Yazar olan da var, iş adamı da. Kalabalığız. Ortak özelliğimiz ise bitmeyen ve sönmeyen bir dert var içimizde.
‘Memleketin hali ne olacak?’ sorusunu geçtik. İslam dünyasının hali ne olacak sorusunu da bir kalem geçiniz. İnsanlığın hali bizim derdimiz oldu. O salaş çay ocakları, o tahta tabureler dile gelse, Oblomov’dan, Toynbee'den, İbn Haldun’dan, Enver Paşa’ya, dilim dilim bunları nasıl yuttuğumuzu anlatsa.
Derin bir insanlık krizi içinde olduğumuza dair ortak bir kanaatimiz var. Birikmiş bir negatif enerji, bir huzursuzluk, bir depresif durum yaşıyor insanoğlu. Bunu nasıl aşarız? Malatya tava yemeğine ekmek batırıp, bunu tartışıyoruz.