Bir kalp mütehassısı olan Doç. Dr. Özlem Bozkaya, sağlıklı yaşam konularını dile getirirken yazdı bu cümleyi: “Ölmek için kalbin durması gerekmez.”
Ancak ben farklı şekilde etkilendim bu ifadeden.
Zira Üstat Sezai Karakoç vefat ettiğinde, dostum Seyfettin Mut da, “aslında üstat 70’lerde ölmüştü, sadece bedeni yaşıyordu” dediğinde de benzer şeyler düşünmüştüm.
İnsan yaşarken de ölür…
Uzun süredir bunun üzerine düşünmekteyim.
Doktorumuza göre sağlıksız beslenme, stresli yaşamak, kalbe zararlı şeyler yaparak hayatımız zehir edilebilir, kalbimiz çalışsa da aslında “ölü” bir hayat sürebiliriz.
Seyfettin’e göre şair ve fikir adamının üretkenliği durduğu anda aslında öldü demektir.
Bence her insanın yaşarken ölme şekli farklı olabilir.
Bunu şöyle formüle edebilir miyiz?
İnsan ne için yaşıyorsa, onu kaybettiğinde ölür, kalbi durması gerekmez...
Hepimizin yaşamak için amacı farklı. O nedene genelleme yapmak bizi doğru sonuçlara götürmeyebilir.
Mesela idealist bir insan, ideallerinden vazgeçtiği gün ölür aslında.
Büyük hayaller peşinde koşan biri, ütopyasını yitirdiğinde ölmüş demektir.
Tutkulu bir bestekar artık eser üretemediğinde, sağır ve dilsiz bir ölüye dönebilir.
Kalbi atsa da, yemek yese de, yürüse de bu insanların yaşadığını söyleyebilir miyiz?
Ömrünün son yıllarını inzivada geçiren, şiir yazmayan şairin yaşadığından haberdar olmayanlar bile vardı…
Yaşarken ölmenin farklı bir şekli daha var.
Güzel insan Hüseyin Okçu söylemişti bunu bana çok uzun yıllar önce: