Geçtiğimiz hafta, kuruluşunun 70. yaşını kutlayan NATO'nun, Müslüman alemine "standart" bir koruma uygulamadığı nedense gözlerden kaçırılıyor.
Gerçekten de, 12 üye devletle yola çıkan ve 30. üyesini kabul etmeye hazırlanan, NATO'nun sık sık değişen ve giderek karmaşık hal alan güvenlik sınamalarına karşı kendini yenileme çabasını sürdürmesine rağmen özellikle, zaman zaman yanıp tutuşan Orta Doğu'da hiçbir koruma şemsiyesi görevini yerine getirmediği veya getirmemesi nedense gündeme gelmiyor.
Her şeyden önce NATO'nun, Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekatı'ndaki tavrı ve özellikle PKK'nın terörist saldırılarına karşı "pasif" kalmasını hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.
Zamanın Sovyetler Birliği tehditlerine karşı, kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü'nün sadece tek üyesinin Müslüman olduğu da, zaten herşeyi anlatıyor.
NATO'nun sadece Bosna'da uzun bir beklemeden sonra, savunmasız Müslümanlara yeni katliamını önlemek için harekete geçmek mecburiyetinde kalması bile, kuruluşun tavrını ispatlıyor.
Ne Pakistan'da, ne Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Filistin'de, Sudan gibi ülkeler de, NATO'nun "hareketsiz" kalmasına mukabil Libya'daki katliama bile katılması endişeyle hatırlanıyor.