Seçmen açısından, 24 Haziran'ın ilginç yönlerinden birisi, iki
kritik önemde referandumla, Cumhurbaşkanını kendisi seçmek
istediğini onaylamış ve ilk Cumhurbaşkanı'nı da seçmiş; 16 Nisan'da
da, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni onaylamış seçmene,
muhalefet partilerinin 25 Haziran'dan itibaren sona erecek
'parlamenter sistemi' yeniden geri getirecekleri çağrısında
bulunmaları. Türk halkı muhakkak ki, iki referandumda da tercihini
net olarak ortaya koyduğu sistemin arkasında duracaktır. Çünkü
1939'dan günümüze, uzunca bir dönem 'devletçilik' anlayışıyla
yoğrulmuş mevcut kamu yönetim modeli, devletin işleyiş yapısı,
'parlamenter sistemin' kendine özgü zafiyetleriyle beslenmiş ve
'oligarşileşmiş' bir bürokratik anlayışa, adeta 'yumak' halinde bir
organizasyonel yapıya, Türkiye'nin 'adam olmasını' engelleyen bir
yapıya dönüşmüş durumda.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Türkiye'ye ivme
kazandıracağı, sıçrama yaptıracağı en önemli başlıklardan birisi
'politika belirleme sürecinin' kurumsal bir yapıya kavuşması
olacak. Dünyanın saygın ülkelerinde, başkanlık, cumhurbaşkanlığı ya
da yarı başkanlık olarak işleyen devlet başkanlığı sistemlerinde,
temel politikalar devlet başkanlığı seviyesinde belirlenmekte ve
bakanlıklar ve diğer icracı kurumlar bu politikaları "icra"
etmekteler. Böylece bakan değişince bakanlığın politika öncelikleri
değişmediği; çünkü o önceliklerin bakanın değil; devletin
öncelikleri olduğu bir kurumsal karar alma mekanizmasından söz
ediyoruz.
Bu noktada, devlet başkanının politika belirleme sürecinde etkin
olabilmesi adına, başarılı ülke örnekleri, kurumsal politika
belirleme sürecinin belkemiğini doğrudan devlet başkanına bağlı
çalışan ofislerin üstlendiğine işaret ediyor; örneğin 'Milli
Güvenlik Politikaları Ofisi' gibi. Söz konusu ofislerin en kritik
önemdeki görevleri derinlikli stratejilerin ve yol haritalarının ve
çözümlerin üretildiği, detaylandırıldığı, doğrudan icra görevleri
olmayan; devlet başkanının görevini etkin şekilde yürütmesi adına,
ona destek veren uzman ve saygın kurumsal yapılar olmaları.
Dolayısıyla, bakanlıklar, üst kurullar, ajanslar tarafından
izlenecek tüm yol haritası ve süreçler bu ofislerde yürütülen
mutfak çalışmalarıyla şekillendirilmekte.
Devlet başkanının başkanlığında toplanan ve ilgili bakanların da
üyesi olduğu istişari nitelikteki "politika kurullarında" görüşülen
stratejiler ve yol haritası, devlet başkanının uygun gördüğü nihai
hali ile "herkesi" bağlayan devlet politikası haline dönüşmekte.
Dolayısıyla, 21. Yüzyıl'ın 'petrol'ü olan 'bilgi'ye dayalı, bilgi
odaklı bir devlet başkanlığı yönetim modelinin saygın ülkelerde öne
çıktığına şahit oluyoruz. Ofisler ve Politika Kurulları,
Cumhurbaşkanı'na güçlendirilmiş bir 'istişare süreci' imkânı
vermekteler. Türkiye'yi küresel rekabette etkin stratejiler,
politikalar üretecek bir noktaya çıkaracak olan yeni
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adına, oyumuzu 'akıl' ve 'mantığa'
dayalı kullanalım.