2000'li yılların başlarında, uluslararası toplantılarda dünyanın
geleceği adına, insanlık adına 21. Yüzyıl'ın nasıl verimli,
üretken, yapıcı bir yüzyıl olması gerektiği tartışılırken, en fazla
öne çıkarılan iki kavram 'sürdürülebilirlik' ve
'kapsayıcılık'tı. Küresel ölçekte
yerüstü ve yeraltı kaynaklarının insanoğlunun ihtiyaçlarını en
fazla karşılayacak şekilde değerlendirilmesinin yanı sıra, bu
süreci doğayı, çevreyi, küresel iklimi koruyacak, daha fazla
kayıplara ve sorunlara sebep olmayacak şekilde gerçekleştirmek;
dünya genelinde şirketlerin, fabrikaların, kurumların
'sürdürülebilirlik' anlayışını önceliklendirmesi güçlü bir şekilde
vurgulanmaktaydı.
Bir başka öncelikli başlık olarak ise, dünya ekonomi-politiğinin
huzura kavuşması, daha parlak bir gelecek için,
yoksullukla mücadelenin
güçlendirilmesi, yeryüzündeki temiz su kaynaklarının,
tarımsal ürünlerin daha adilane paylaşımı ve hepsinden de öteye
küresel ölçekte 'kapsayıcı' bir kalkınmanın, tüm insanlığı
kucaklayan bir kalkınma anlayışının topyekun benimsenmesi
konuşuluyordu. 19 yıllık süreç, bu konuları
gelişmekte olan ülkelerin gündemine de aldırmak için çaba sarf eden
batılı ülkelerin, bizzat bu önceliklendirilmiş başlıklara
kendilerinin ihanet ettiği bir tabloyu karşımıza çıkarmış
durumda.
Başkentlere çöreklenmiş çıkar gruplarının, 'küreselci' yapıların
'bencil' projelerinin dayatmalarıyla, 'aşırı sağ' eğilimlerin,
'İslamafobi'nin, 'korumacılık' eğilimlerinin esiri haline gelen ve
küresel ölçekte 'sürdürülebilirlik' adına,
'kapsayıcılık' adına yapılan tüm çalışmaları
sabote eden, başta Orta Doğu, dünyanın belirli coğrafyalarını
çıkarları için 'yangın' alanına, uygarlık tarihine 'utanç'
vesikaları olarak geçecek hale dönüştüren batılı ülkeler.
Ve, hiç utanmadan, toplantılarda, farklı coğrafyalardaki pek çok
ülkeyi bölmekten, yeni 'uydu' devletler oluşturma
hedeflerinden konuşabildiler. Bu nedenle, Türkiye'nin küresel
ölçekte, 'insani program ve
yardımlar', 'kapsayıcı
kalkınma' başlıklarında, çıtayı
son 15 yılda getirdiği seviyeden olağanüstü rahatsızlık
duyuyorlar.
Bu nedenle, Türkiye'nin Afrika'da, Orta Doğu'da, Kafkaslar,
Balkanlar ve Orta Asya'da, cesaret veren, ilham
veren bir ülke olmasını istemediklerinden, Türkiye'yi,
ekonomik ve siyasi yaptırım ve ambargolarla durdurmaya,
yavaşlatmaya çalışıyorlar. Yurt içinde bir grup vicdan ve ahlak
yoksunu ise, ekonomik ve askeri yaptırımlar veya Halk Bankası
Davası'ndan 'neyin' medetini umuyorlar ise, kıvranıp duruyorlar.
Sonuç ise, batılı ülkelerin 'ikiyüzlülüğü' ve
'çifte standart'ının deşifrasyonu
ve bizzat kendi siyasetçilerince itirafıdır.