Ülkelerin iç ve dış borçlarının çevrilmesi ve 'borcun
sürdürülebilirliği'nde en kritik unsurlardan birisi büyüme
performansı. Büyüme performansının sağladığı katma değer artışı,
ülkelerin yatırım amaçlı olarak kullandıkları borçların ödenebilme
becerisini de artırıyor. Son küresel finans krizinin sebep olduğu
küresel ölçekteki 'vasat' büyüme ve küresel ticaretteki yavaşlama,
dünyanın önde gelen ekonomilerinin bütününde borçların
'sürdürülebilirliği'ne yönelik endişeleri öne çıkardı.
2016 sonu itibariyle, küresel ölçekte borç büyüklüğü 215.5 trilyon
dolara ulaşmış durumda ve bu rakam dünya GSYH'sının yüzde 325'ine
denk geliyor.
Bu borcun 160 trilyon doları gelişmiş ülkelerin. 56 trilyon
dolarlık kısmın sahibi gelişmekte olan ekonomiler, bu borcun yüzde
75'ini kendi ülke para birimleri üzerinden taşıyorlar.
Bu durum, iki önemli sonucu da beraberinde getiriyor; birincisi,
gelişmiş ülke bankacılık sektörlerinde sorunlar derinleşiyor;
ikincisi gelişmekte olan ekonomilerin borçlanmaya ödedikleri faiz
giderek azaldığından dolayı, gelişmekte olan ekonomiler üzerinden
sistemin finansmanı da giderek zorlaşıyor. Bu nedenle, tarihinin en
düşük seviyelerinden borçlanmaya başlamış tüm 'yükselen' gelişmekte
olan ekonomiler eşzamanlı 'algı' ve 'terör' saldırılarına maruz
kaldı ve kalmaya devam ediyor. Brezilya, Arjantin, Meksika, Güney
Afrika, Rusya ve Türkiye.
Türk Hazinesi'nin borçlanma maliyetinin Cumhuriyet tarihinin en
düşük seviyesi olarak yüzde 5'in altına indiği günden 2 hafta
sonra, 'Gezi' olayları ile karşı karşıya kaldık. Rusya'nın maruz
kaldığı son terör saldırısı da, bu tatsız ve vahşi sürecin bir
parçası.
Türkiye ticaret ve finansman kanalında yeni coğrafyalar keşfediyor
ve ilişkilerini güçlendiriyor. Yeni bir dünya şekillenirken,
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tümü yeniden
pozisyonlanmakta.