1830'dan itibaren, küresel ekonomi-politiği 'batı merkezli'
kurgulamak üzere oluşturulmuş olan 'Atlantik İttifakı' ve lideri
ABD, Türkiye'yi, 1945'de önce Birleşmiş Milletler üzerinden siyasi
boyutuyla, 1947'de Uluslararası Para Fonu (IMF) üzerinden ekonomik
boyutuyla, 1951'de de NATO üzerinden askeri boyutuyla 'İttifak'ın
bir parçası yapmıştı. Ancak, Türkiye'ye daha baştan siyasi,
ekonomik ve askeri boyutuyla bir rol biçilmişti. Ekonomik alanda
biçilmiş rolün en tuhaf yönü, Türkiye'nin 'Atlantik İttifakı'nın
'tarım ambarı' olarak tanımlanması; sanayileşmesine sıcak
bakılmamasıydı.
Demokrat Parti ve bilhassa Menderes, siyasi, ekonomik ve askeri
alanda biçilen rolü kabullenmek istemediler. Bu role sığmamak
adına, başta Sovyetler Birliği'yle teknik işbirliği olmak üzere,
pek çok hamle yapıldı ve Menderes askeri darbeyle karşı karşıya
kaldı.