4 Haziran pazartesi günü açıklanan mayıs ayı enflasyon verileri,
döviz kurlarındaki sıçramanın enflasyona geçişkenliği (passthrough)
anlamında, mart ile mayıs arasındaki 3 aylık kur hareketinden
kaynaklanan 4.5 puanlık enflasyonu arttırıcı etkinin yarısına
yakının ÜFE'ye yansıdığını gösterdi. Maliyet enflasyonun göstergesi
olan yurtiçi ÜFE artış oranı yüzde 16.4'ten yüzde 20.2'ye
sıçrarken, TÜFE de yüzde 10.9'dan, 12.2'ye yükseldi. Maliyet
enflasyonunun yıllık bazda 8 puan fark atması, önümüzdeki 1.5
yıllık döneme yönelik önemli bir maliyet enflasyonu çalışması
yapılmasını gerektiriyor. Reel sektörümüzün üretim ve ithalat
maliyetlerini artıran tüm başlıklara yönelik kapsamlı bir ekonomik
program oluşturulması gerekmekte. Döviz kurlarının maliyetler
üzerindeki etkisinin TCMB'nin finans istikrara yönelik
çalışmalarıyla yönetilmesi gerekiyor.
Vergi ve vergi dışı normal gelirlerin reel sektör maliyetlerine
etkisinin azaltılması adına ise, Maliye Bakanlığı'nın kamu
harcamalarını ciddi manada sıkılaştırması; buradan elde edilecek
imkânla da, bütçe dengesini bozmadan, reel sektör üzerindeki kamu
yüklerini hafifletmesi gerekmekte. Üçüncü başlık ise, ithalatın
maliyetinin yönetimi. Ekonomi Bakanlığı'nın son dönemde hammadde ve
ara mamul ithalatına getirdiği ek gümrük vergisi yükleri taranmalı
ve burada bazı iyileştirici tedbirler alınmalı. Maliyet
enflasyonuyla mücadele ancak bu üç sacayağı ile yürütülebilir.
Bu temel nokta göz ardı edilerek, TCMB'nin radikal faiz
artışlarıyla maliyet enflasyonuyla mücadele etmeye kalkarsak, reel
sektörün finansman maliyetlerinin anormal yükselmesiyle, büsbütün
maliyet enflasyonunun yükselmeye devam ettiği; aşırı yükselen
faizlerle ekonominin durgunluğa, resesyona sürüklendiği ve
işsizliğin arttığı tatsız bir konjonktürde kendimizi buluruz.
Ekonomi yönetiminin 10 gündür ardı ardına yaptığı açıklamaların
satır aralarında, maliyet enflasyonuyla mücadele adına, yukarıda
ifade ettiğim adımlara yönelik detayları sizler de
yakalayabilirsiniz. Çünkü maliyet enflasyonuyla mücadele üçlü
sacayağı ile yürür. Bu noktada, Türkiye Ekonomisi'nin 'aşırı
ısındığı'na dair spekülasyonlar veya yorumlar ise külliyen yanlış.
Ekonominin aşırı ısınması demek, ekonomide aşırı yüksek talep
olması, aşırı tüketim olması ve bu nedenle talep enflasyonunun
hayli yüksek seyretmesidir. Oysa Türkiye Ekonomisi talep değil, 1.5
yıldır maliyet enflasyonunun kıskacında. Bu nedenle, piyasanın
'aşırı ısınma' yakıştırmalarına prim verip, yanlış tedbir
beklentileri içinde olmak yerine, maliyet enflasyonuyla mücadeleye
öncelik verilmesine destek olması daha anlamlı olabilir.