2018'in son çeyreği ve 2019'un bütünü, dünya ekonomisi açısından
ABD'nin önderlik ettiği ticaret ve kur savaşlarının birincil ve
ikincil etkilerinin dikkatle gözlendiği ve yine ABD'nin Rusya, Çin,
AB ve Türkiye ile jeopolitik gerginlikleri tırmandırma riskinin
yüksek olduğu bir 5 çeyreklik döneme işaret ediyor. Bu dönemde,
küresel ekonomi açısından dikkatle takip edilecek başlıklar,
küresel talebin ve jeopolitik gerginliklerin birlikte beslediği
küresel emtia fiyatlarında ve petrol fiyatlarında olası yükseliş,
küresel enflasyondan kaynaklanabilecek olası baskının önde gelen
merkez bankalarınca nasıl yönetileceği noktalarına
yoğunlaşacak.
Merkez bankalarının fiyat istikrarına, enflasyonla mücadeleye
yönelik 'öncelikli' görev algısı, küresel enflasyon riskiyle
birlikte, bilhassa 2019 için dünya ekonomisine yeni sıkışma
noktaları getirebilecek bir potansiyel taşıyor. Bilhassa, FED'in
bilanço küçültmeye ve faiz artışlarını sürdürmeye yönelik
kararlılığının, ABD ekonomisinde finansman maliyetlerini artırıcı
etkisiyle, bilhassa reel sektör kârlılığını ve yatırım iştahını
ciddi manada olumsuz yönde etkilemesinden ve bu tablonun ABD'yi
derin bir resesyona sürüklemesinden endişe duyan hatırı sayılır
ekonomist olduğu gözlenmekte. Trump'ın FED'e tepkisi de burada
yoğunlaşıyor. Ayrıca, FED'in tutumunun ABD Doları'na ciddi değer
kazandırma ihtimali, Trump Yönetimi'nin ticaret savaşlarıyla rakip
ülkeleri sıkıştırma operasyonunu da sekteye uğratacak. FED'in ve
2019 sonbaharında bir ihtimal Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) dahil
olacağı finansal sıkılaştırma adımları, hem dolar, hem de euro
cinsinden borçlanma maliyetlerini artıracak.
IMF'nin son 'Küresel Finansal İstikrar' Raporu, küresel borç
stokunu çevirme, yönetme boyutunda risklerin arttığına, reel
sektörün kârlılığının bu tablodan olumsuz yönde etkilenme
olasılığının yükseldiğine; sermaye piyasalarında önemli değer
kayıplarının yaşanacağını işaret ediyor. Oysa, sürdürülebilir
büyümenin öncelikli koşullarından birisi reel sektör için tatminkar
bir 'kâr' ortamı.
Bu nedenle, merkez bankalarının geleneksel veya alışılagelmiş
tutumlarını gözden geçirerek, bilhassa reel sektör kârlılığını
koruyacak bir para politikası setine ağırlık vermeleri gereken bir
konjonktüre giriyoruz. Bu konuda konsensüs oluşmaz ise, bilhassa
Avrupa'da reel sektörde yüzde 10 ile 15 oranında bir kayıp
yaşanabileceğinin dillendirildiği hatırlatalım.