21 Ekim 2007'de, Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesinin önünü açan
referandumdan, 2010 ve 2017 referandumlarına ve bu 'tarihi' sürecin
en kritik aşaması olan '24 Haziran' seçimlerine, Cumhuriyet
tarihimizin en önemli 'sivilleşme' hareketini Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi'yle bir sonraki aşamaya taşıdığımız bir süreçten
geçiyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde, Türkiye bu tarihi
'sivilleşme' sürecini, aynı zamanda içeride ve dışarıda, Türkiye'ye
pranga vurmak adına oluşturulmuş vesayet odaklarını bir bir oyun
dışı bırakan bir dönüşüm süreciyle birlikte yönetiyor. Küresel
ekonomi- politik yükselen Asya-Pasifik ve etkinliğini artıran Güney
Yarımküre ile birlikte yeni ekonomik, politik ittifaklar
oluşturmakta.
BRICS Grubu'yla, Şanghay İşbirliği Örgütü'yle, Meksika ve
Venezüella ile birlikte Latin Amerika'yla; Nijerya, Kuzey
Afrika'yla Afrika Kıtası'nda; Körfez Bölgesi ve Ortadoğu'yla;
Balkanlar'la, Kafkaslar'la, Orta Asya'yla, Endonezya ve Malezya ile
birlikte Güneydoğu Asya'da yeni işbirlikleri set ediyoruz.
Türkiye, yeni küresel işbirliklerine yönelik uluslararası çabaların
yoğunlaştığı ve kendisine bu işbirliklerinde yer alması noktasında
önemli çağrıların yapıldığı bir konjonktürde, 'Atlantik
İttifakı'yla ilişkilerini zayıflatmadan, ihmal etmeden, çok yönlü,
çok katmanlı, çok kutuplu yeni bir küresel ekonomi-politiğin
hakkını verecek bir uluslararası diplomasi yürütüyor. Asya-
Pasifik'ten, Çin, Japonya ve Güney Kore'den başlayarak, Hindistan,
Rusya, Brezilya, Meksika gibi pek çok yükselen ekonomiyle
zenginleştirilmiş ticari ve finansal işbirliklerine hız vermiş
durumdayız. Üstelik bu küresel ölçekte 'çeşitlendirilmiş' ticari ve
finansal ilişki ağını, Türkiye'nin geleceği açısından tarihi bir
'sivilleşme' hareketiyle birlikte yürütüyoruz. Bu noktada, eğitim,
hukuk, savunma alanlarında, küresel bir vizyonla yoğrulmuş yeni bir
'modeli' inşa ederken, sivil ve askeri bürokrasiye, yargıya,
'sivilleşme' ve 'demokratikleşme' hareketinin önemli bir sacayağı
olarak 'kurumsal yönetim ilkeleri'ne dayalı standardizasyon
getirmekteyiz; hesap verilebilirliğin önünü açıyoruz.
Türkiye bu derece tarihi ve ülkeyi önümüzdeki 25 yılda dünyanın ilk
15 ülkesi arasında üst basamaklara taşıyacak bir 'sivilleşme'
hareketini başlatmışken, ekonomi çevrelerinin ve bilhassa finans
piyasası profesyonellerinin döviz kurları üzerinden sığ,
Türkiye'nin 'parlak' geleceğine yönelik ufku adeta bulanıklaştıran
bir 'manipülatif' piyasa dinamiğiyle ülkenin gündemini boğmuş
olmaları çok üzücü. Türkiye'nin küresel ekonomi-politikteki çok
yönlü, çok katmanlı yeni diplomasi seti ve uluslararası
saygınlığını perçinleyecek 'sivilleşme' hareketi, piyasa
profesyonellerinin ve ekonomi çevrelerinin bilakis, daha da
sahiplenmeleri gereken bir süreç. Umarım, döviz kurları üzerinden
yürüyen bu kısır çatışma ve dalaşmayı 'parlak bir gelecek' için
hızla aşarız.