Öncelikle, Cumhurbaşkanlığı adaylarının bir kısmının yeni
hükümet sistemini yeterince kavrayamamış olabilecekleri endişesiyle
başlayayım.
Adaylardan bir kısmının '1. Nesil Reformlar', '2. ve 3. Nesil
Reformlar' kavramları üzerinden, bu kavramlara yönelik yaklaşımları
nedir, Türkiye'yi dünya ekonomisi ve siyasetinde daha iddialı bir
konuma nasıl taşımayı hedefliyorlar; öncelikli reformları ne
olacak; ekonomik modelleri ne olacak; nasıl bir yatırım teşvik
modeli hedeflemekteler; Türkiye'yi küresel ölçekte bir yatırım
cazibe merkezi yapmak adına, İstanbul'u bir bölgesel finans,
ticaret ve hizmet merkezi yapmak adına hedefleri nedir; bir
fikrimiz yok. Toplam kapasitesi 60 bin gemi olup, şu anda bir 30-40
yıl öncesine göre, yıllık ortalama gemi geçiş sayıları 5 binlerden,
bugün 45 binlere ulaşmış olan İstanbul ve Çanakkale boğazlarının
güvenliği için, Türkiye'nin dünyanın en önemli enerji
koridorlarından birisi olduğu gerçeği ile, enerji arz güvenliği
açısından projeleri nedir; ben şu ana kadar, acıdır ki, küresel
ekonomi- politiğin Avrasya'ya yönelik öncelikli gündem maddeleri
adına, kapsamlı bir strateji ve vizyon duymadım.
Tersine, hayli endişelendiğim şeyler duymaktayım. Türkiye'nin 'sert
güç' unsurları olan ekonomik, askeri ve siyasi gücüne dayalı
olarak, yatırımların durdurulacağını, IMF ile masaya
oturabileceğini, mega projeleri yıkacaklarını duyuyorum.
Türkiye'nin Milli Egemenliği ve Milli İradesi adına hayati önem
taşıyan 'milli-yerli' savunma projelerine son verileceğini
duyuyorum. Dünya küresel ekonomi- politiğinin yeniden yapılanacağı
bir süreçte, Türkiye'ye hareket kabiliyeti, karar alma kabiliyeti
sağlayacak yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden vazgeçilerek,
Almanya'da aylarca hükümetin kurulamamasına, İtalya'da siyasetin
boşlukta kalmasına sebep olmuş bir parlamenter sisteme geri
dönüleceğini dinliyorum.
Türkiye'nin, Japonya'nın dahi üzerinde, dünyada diplomatik misyon
sayısı itibariyle ilk 5'te yer alan bir ülke iken, küresel ekonomi-
politikte 'yumuşak gücü', saha imkânı olarak elini güçlendiren
TİKA'nın kapatılmasından, uluslararası alanda enformasyon gücümüzün
vazgeçilmez sacayağı olan TRT'nin satılmasından söz edildiğini
duyuyorum ve dehşete kapılıyorum.
2030'a kadar, Atlantik ile Pasifik arasında, Atlantik merkezli
asimetrik düzenle, yükselen Güney-Güney İttifakı'nın, Pafisik'in
yeni güç merkezleri arasında önemli bir var olma savaşı
yürütülecek. Türkiye bu var olma savaşı sürecinde, Avrasya'nın oyun
kurucu ülkesi olarak, bu mücadelenin sıklet merkezinde olacak. Bu
nedenle, bu vahşi küresel oyunu, çok güçlü ekiplerle, etkinliği
perçinlenmiş 'sert güç' ve 'yumuşak güç' kurumlarıyla birlikte
yürütecek lideri aradığımda, 16 yıllık performansıyla, gönlümdeki,
aklımdaki tek aday Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Siz bu cennet vatanı kime emanet etmeyi düşünüyorsunuz?