Türkiye, 2015'te, G20 Grubu'na kritik önemde bir ev sahipliği
gerçekleştirirken, dünyanın en seçkin 19 ülkesi ve AB'nin gündemine
'KOBİ'leri aldırdığında, büyük takdir görmüş;
Türkiye sadece KOBİ'lerin beklentileri ve güçlendirilmelerine
yönelik kapsamlı bir gündem oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda
İstanbul merkezli 'Dünya KOBİ Forumu Vakfı'nın kurulmasına da
öncülük ederek, Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD) gibi kuruluşların da böyle bir organizasyona üye olma
taleplerini de karşılaşmıştı.
Dünya ekonomisinde, 2008 küresel finans krizinden bu yana
derinleşen sıkışmanın özü, bir boyutuyla 'KOBİ'lerin çıkış
arayışları'na dayanmakta.
KOBİ'lerin ekonomik ve sosyolojik açıdan sıkışması, son 8 yılda
gerek Avrupa Birliği cephesinde, gerekse de ABD'deki son başkanlık
yarışında, önemli siyasi kırılmaları da beraberinde getirdi.
Türkiye'nin küresel finans krizinden bu yana, 27 çeyrektir pozitif
büyüme ile dünyada benzer bir performansı gösterebilen dört ülkeden
birisi olması ve AK Parti'nin ardı ardına gözlenen seçim
zaferlerinde, Türkiye'de siyasetin radikalleşmemesinde, KOBİ'lerin
beklenti ve arayışlarına yönelik çaba ve çözümlerin ciddi etkisi
söz konusu. Bununla birlikte, 1.5 yıldır, Türkiye'deki KOBİ'ler
açısından da, ekonomik basıncın arttığını görüyoruz ve basıncın
artmasında, ne yazık ki, her seferinde 'bindiği dalı kesmek', hatta
'kendi ayağına kurşun sıkmak' adına, bankaların tekrarladığı hatalı
tutumların payı göz ardı edilemez. 1994, 2001 krizlerinde ciddi
hatalar yapmış olan bankalarımız, son 2008-2009 sürecinde benzer
bir hatayı tekrarlar iken, 9 ayda hızlı bir 'uyanma' gösterip, reel
sektörü destekleyici bir tavra hızla geri dönmüşlerdi.