Türkiye, diplomasi alanında aynı anda sayısız konuyu birlikte
yönetmesi gereken çetrefilli bir dönemden geçiyor. FETÖ ile küresel
ölçekte mücadele, Suriye ve Irak'ta Türkiye'nin güvenliğine yönelik
adımlar, Katar Krizi, Rusya ile yeniden yapılandırılan ilişkiler,
NATO ile sıkıntılar, AB ve ABD ekseninde ciddi kırılmalar, Şanghay
İşbirliği Örgütü ve Avrasya açılımı bir çırpıda sayabileceğimiz
konu başlıkları. Söz konusu konu başlıklarının tümü, ilgili
ülkelerle çok yönlü ilişkilere bağlı olarak, Türkiye'nin pro-aktif
bir dış politika süreci yönetmesini gerektiriyor. Keza,
uluslararası diplomasi alanındaki hayli karmaşık yapının bir
benzerinin ekonomi alanında da ağırlığını artırdığını görüyoruz. Bu
da, ekonomi yönetimi açısından, diplomasi alanındaki gibi,
pro-aktif, birçok olasılığı aynı anda dikkate alan, kurumların
birbirleri arasında daha koordineli ve simülasyona dayalı bir
çalışma anlayışı içinde hareket ettikleri bir dönem içinde olmamızı
gerektiriyor.
Ancak, ekonomi alanında bir an önce hayata geçirilmesi gereken
kararlarda yeterli tempoyu henüz yakalayamadığımız bir gerçek.
Yıllıklandırılmış manşet enflasyonu yıllık bazda yüzde 9 ve altına
hızla indirecek tedbirler, TL, döviz ve kıymetli maden cinsinden
yastık altı tasarrufları, Türkiye Ekonomisi için bu dönemde hayli
gerekli olan atıl kaynakları, ekonomiye, sisteme kazandıracak
tedbirlerde adımları hızlandırmamız gerekmekte. Döviz kurlarının
istikrar kazandığına dair kanaatin güçlendirilmesi de hayli önemli.
16 Nisan Referandumu sonrası, iç ve dış politika alanında etkili
adımların sağladığı güven ve kararlılık algısı, yabancı
yatırımcıların Türkiye'ye yatırım kararlarında ivmelenmeyi
beraberinde getirdi. Bununla birlikte, yabancıların Türkiye'ye
kazandırdığı net sermaye girişi ölçüsünde, halkımızın döviz
mevduatını artırmayı sürdürmesi, bu konu üzerinde çalışma
yapılmasını gerektiriyor.