Kapitalizmin ulaştığı noktada ciddi bir “ölçek” sorunuyla karşılaşılmış durumda. Az sayıda ama çok büyük yapıların çok sayıda ama küçük yapıyı yönlendirebildiği, engelleyebildiği ya da yok edebildiği bir dönemden bahsediyoruz. Öyle bir durum yaşanıyor ki “akıllı telefon” denildiği zaman sadece Türkiye’de değil, dünyanın hemen her yerinde 1-2 marka akla geliyor. Daha özelliklerine bile bakmadan ya da onca özelliği kullanıp kullanamayacağını düşünmeden milyonlarca insan kuyruğa giriyor yeni çıkan modelleri satın almak için. Bir başka ifadeyle ihtiyaç sebebiyle değil de “sahip olmanın psikolojik etkisi” sebebiyle binlerce liralık ürünler her yerde satılıyor. Tabi böyle bir durumda başka bir firmanın benzer bir ürünle pazara girmesi nerdeyse imkânsız hale geliyor. Kendi pazarını yaratan birkaç dünya çapındaki firmanın adı konmamış kural koyuculuğuna mahkûm oluyor herkes ve her şey.
Ancak mutlak bir durum da değil bu! Örneğin çok daha farklı bir ürünü “yaratarak” devasa firmaları yerle bir etmek mümkün hale gelebiliyor. Geçmişte Finlandiya menşeili bir cep telefonu markasının akıllı telefonların ortaya çıkmaya başlamasıyla beraber yaşadığı şok gibi şoklar yaşanabiliyor. Yani piyasaya giren firma mevcut olan dev cep telefonu üreticisine en güçlü olduğu yerden değil “yeni bir kategori” yaratıp kendi en güçlü olduğu yerden saldırarak aradaki güç dengesini kendi lehine bozabiliyor.
Bu durum yani güçlülerin belli alanları tamamen kapatması ve aynı yolu takip edenlerin asla başarılı olamayacağı bir düzenin yaratılmış olması, asimetrik mücadeleyi de zorunlu kılıyor.
Asimetrik mücadelenin en hayati öneme sahip olduğu alansa “ulusal güvenlik” alanı. Birkaç on yıl öncesine kadar düzenli orduların karşısında gayrinizami (düzenli olmayan) harp anlayışına göre savaşan terör grupları üzerinden ele alınan “asimetrik savaş” kavramı anlam değiştirerek düzenli orduların da “ana odak noktası” haline dönüşüveriyor.
Zira nasıl ki birkaç bin kişilik, hafif silahlarla donatılmış bir terör grubunun yüzbinlerce kişilik, ağır silahlarla donanmış orduların karşına çıkması mümkün değilse ortalama bir devletin ordusunun da aynı mantıkla örgütlenmiş bir gelişmiş ülke ordusuna karşı aynı silahlarla mücadele etmesi mümkün değil. Yani ekranlarda görünce büyük bir güç duygusu uyandıran tankların, uçakların daha gelişmiş modellerine sahip bir başka ülke karşısında herhangi bir caydırıcılığı yok! Bunun en şok edici örneğini ABD’nin Irak işgali sırasında acı şekilde gördük. Düzenli büyük ordunun karşısında düzenli ama biraz daha küçük bir orduyla durabileceğini sanan Saddam’ın ordusu daha hangarların kapısını açamadan yerle bir oldu.
Elbette bu gerçeği sadece bizler değil dünyanın tüm düzenli orduları da gördü! Böylece envanterlerinde bulunan ağır silahların ve yüzbinlerce kişilik asker gücünün aynı özelliklere sahip başka ordularla mücadelesinden büyük zararla çıkacağını da canlı canlı gördüler. Aklı referans alan ordular hemen kendilerini asimetrik koşullara uyarlamak için çalışmalara başladılar. Küçücük droneların, akıllı mühimmatların hızla yaygınlaşması bu farkındalığın sonucu. Küçük ama hareketli ve yüksek kabiliyetli “Özel Kuvvet Birimlerinin” oluşturulması ve teknolojiyle donatılması da aynı bilincin yansıması.