Enerji kaynaklarının büyük bir bölümü Ortadoğu’da bulunduğu ve emperyalist ülkelerin en büyük hedeflerinden birinin bu kaynaklara ulaşmak olduğu yüzyılın başından beri bilinmektedir. Örneğin, Suudi Arabistan, tek başına, dünya petrol rezervlerinin %25’ine sahiptir. Bu rezervlerse ABD’nin sahip olduğu rezervlerin 10 katına, Rusya’nınsa 5 katına karşılık gelmektedir. Irak ise 115 milyar varil petrol varlığıyla dünya petrol rezervinin %11’ine sahiptir. Bir diğer komşumuz İran, kanıtlanmış 135 milyar varil petrol rezerviyle dünya petrol rezervlerinin yüzde 12’sini elinde bulundurmaktadır. İran bu konuda Suudi Arabistan’dan sonra dünyada 2. sırada yer almaktadır. Ayrıca İran, yaklaşık %15,4’lük doğalgaz rezerviyle Rusya’dan sonra 2. sırada yer almaktadır. Diğer bir deyişle bölgedeki beş ülkenin kanıtlanmış rezervleri dünyadaki tüm rezervlerin %65-67’ini oluşturmaktadır. Bununla birlikte İran’ın, Hazar kıyısında henüz açmadığı ama varlığı kanıtlanmış rezerv toplamının 240 milyar varil olduğu bilinmektedir. Bunlar işin üretim tarafı. Bir de tüketim tarafı var meselenin. Dünya petrol tüketiminin %27’sini gerçekleştiren ABD; bu gereksiniminin %60’ını dış pazarlardan karşılamaktadır. Bununla birlikte ABD’nin tek başına gerçekleştirdiği petrol ithalatı da, aynı petrol tüketiminde olduğu gibi, Avrupa, Çin ve Japonya’nın da yer aldığı Asya-Pasifik ülkelerinin toplam petrol ithalatına eşittir. Bu yüzden diğer ülkelerle birlikte ABD’nin hızla artan petrol ihtiyacını karşılamasında uyguladığı dış politikanın en temel unsuru “Enerji kaynaklarını ve bu kaynakların geçtiği yolların güvenliğini” temin etmektir. Yani Amerikan dış politikasının ana hedefi, petrolün ABD denetiminde düz...