Başkan Bush’un eski danışmanı Michael Rubin, “Erdoğan’ın durdurulması gerektiğini” belirttiği yazısında kanlı bir darbenin gelmekte olduğunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu darbeyi hayatıyla ödeyebileceğini söyledi.
15 Temmuz darbesini fısıldayan adam olarak da ünlendiği için Rubin’in söz konusu yazısı kamuoyunda ses getirdi. Erdoğan da dünkü Konya konuşmasında isim vermeden Rubin’i ama daha çok da ABD’yi eleştirdi.
Doğru olan da bu.
Nitekim darbe tehditlerinin arkasında ABD’de bulunmakta. Rubin’in açıklaması, tek başına eski bir danışmanın yaptığı, kişisel görüş beyan eden münferit değerlendirilecek bir açıklama değil. Dünyanın her tarafında darbeler, arka planda bulunan büyük güçlerin kışkırtması yahut desteğiyle yapılır.
Türkiye sıradan bir dünya ülkesi olmadığı için de buradaki her darbe denemesi doğrudan ABD ile bağlantılıdır. Çünkü Türkiye’de bu güce ve olanağa sadece ABD sahip, başka bir ülke değil.
Devlet de, millet de bu yalın gerçeği 15 Temmuz’da bir kez daha tecrübe etti. Darbeyi gerçekleştiren örgütün lideri ABD’nin himayesinde. Gülen, Pensilvanya’da ABD koruması altında yaşamıyor mu? 15 Temmuz darbesinin arkasındaki gücü ele veren bundan daha somut bir kanıt, delil olamaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk-Amerikan ilişkilerini sorgulamaya başlaması da işte bu yalın gerçekten kaynaklanıyor. ABD’nin her alanda Türkiye’nin önünü tıkamaya çalıştığı gözlenmekte. Başika ve Musul örneği ortada: ABD, Bağdat’taki kukla rejim üzerinden Türkiye’yi bir yandan Irak’ta “işgalci güç” olarak ilan etmeye çalışırken, diğer yandan da Musul operasyonunda devre dışı bırakmaya uğraşıyor.