Akıllardaki soru Türkiye’nin darbe/işgal girişimi ve son yıllarda ivme kazanan terör belasından nasıl ve ne zaman kurtulacağı yönünde. Kanlı darbe girişimi, ölüm saçan canlı bomba saldırıları toplumdaki huzursuzluğu artırdığı gibi “sulha kavuşma” beklentisini de artırıyor. Hayatımızı kanlı bir cehenneme çeviren kaosun sebeplerini doğru çözemezsek istikrara kavuşmamız, huzur bulmamız zor.
Aslında bize kaotik görünen bu kanlı karmaşanın bir iç düzeni var. 15 Temmuz darbe/işgal girişimi Pensilvanya’da yaşayan bir meczubun şahsi kin ve öfkeyle başlattığı bir saldırı değildi; Darbe girişimi Gülen’in ihtiraslarıyla da, Mehdilik hevesleriyle de açıklanamaz. Ama Gülen’i yaratan gücün öfkesi, hesapları, ihtirasları olabilir. Gülen, sadece bir iletken madde işlevi görüyor arada.
Gülen’i iç dinamikler üzerinden anlamak, anlatmak da mümkün; nitekim bu topraklarda doğup, bu topraklarda boy veren bir örgütten bahsediyoruz. Ancak içeride ve dışarıda himaye görmeyen pek çok örgütün serüveninde olduğu gibi Gülen de uluslararası destek görmeseydi bu kadar büyüyüp etkili olamazdı. Hatta “üst akıl” kendi örgütünü kendisi kurmuştur da denilebilir. Gerek FETÖ, gerekse PKK birer “üst akıl” yapımı örgütlerdir. Bu örgütlerin fizibilitesini CIA yapmıştır. Hangi ideolojiyle, taktikle, nerede örgütlenecekleri ve kimleri kullanacakları; örgütün liderinin kim olacağı ve kimlerden teşekkül edeceği de “üst akıl” tarafından belirmiş ve bir saat gibi kurularak harekete geçirilmişlerdir.
FETÖ lideri “Fetullah” ile PKK lideri “Abdullah”ın hikayesi birbirinden pek farklı değil. Bu örgütleri saat gibi kim kurduysa, hedef ve eylemlerini de o güç belirler. Bu nedenle FETÖ’nün eylemlerinin kaynağında Gülen’in şahsi duyguları ve düşünceleri değil, daha çok arkadaki gücün duygu, düşünce ve hedefleri bulunmakta.
Bu gücün, işi Türkiye’de darbe yaptırmaya kadar vardırmasının anlaşılır sebepleri var. Türkiye’ye istikamet veren milli akıl son yıllarda “üst akıl”dan kopuk hareket etmeye başladı. 2011’den sonra Paralel örgüt aracılığıyla Türkiye’nin istikametini içeriden belirlemek hayli zorlaştı. “Üst akla” bağlı figürlerinin siyasette güç kaybetmesiyle Batı sistemi, Türkiye’yi değiştirme umudunu iyice kaybetmeye ve Ankara’yı yönlendirme kabiliyetini iyice yitirmeye başladı.